Ömrümün soğuk kışları


  • Hekim Sözü Nisan-Haziran 2024
  • 974

Günler sonra kızı annesinin ona emanet ettiği şalını getiriyor. Aldığım en ağır hediye. Boğazıma büyük bir yumru oturuyor. Kendi hastalığına rağmen beni dert eden Ayten Teyze’nin hastane odasında bana zafer işareti yaptığı fotoğrafı kazınıyor aklıma.

Sosın Fisli, Dr., Aile Hekimi 

1993 Diyarbakır kışı. Yoğun yağan kar yağışı nedeniyle okullar tatil edilmiş, sabah mahmurluğuyla çizgi film seyrederken annem geliyor. Alt kattaki komşuya Lice’nin köyünden hasta bir çocuk getirilmiş, ona  uğramış. Köy yolları bir haftadır kardan kapanmıştı, babası çocuğu getirebilmek için sabah sırtına alıp ana yola kadar karlara bata çıka birkaç saat yürümek zorunda kalıyor. Ana yola varınca da saatlerce zemheri soğukta bekliyorlar, yine de şanslılar kurtlar çıkmamış yollarına! Bingöl’den gelen bir yolcu dolmuşu alıyor onları, öyle varıyorlar Diyarbakır’a. Bu zorlu yolculuğun ardından hastanede zar zor muayene ediliyor. Zatürre için ilaçlar yazılıp eve gönderiliyor, tabii kalacak yer olmadığından köyden bir tanıdığın evine geliniyor. Annesi köyde kaldığından annem uğruyor çocuğa, günden güne kötüleşiyor durumu. Elektriklerin kesik olduğu yine buz gibi bir sabah kaybediyor hayatını, köy yolları açılıp annesi gelememişti daha. Annem komşularla odun götürüyor, buz gibi havada cami avlusunda su ısıtılıp yıkanıyor bedeni, gelemeyen annesinin yerine sarıyorlar o cılız bedeni. Ne bir ağıt yakılıyor ardından, ne de bir yas yeri kuruluyor. Diyarbakır’ın kenar mahallesindeki mezarlığa öyle sessizce defnediliyor. Sırtındaki yükü toprağa veren baba usulca  geri dönüyor köye. Hafızamda birkaç soğuk sabah aralığında, ateşler içinde annesini sayıklayan, isimsiz hasta bir çocuk olarak kalıyor.

2021 aralık İstanbul kışı. Heybeliada da çalışıyorum. Pandemi günleri, adaya giriş çıkışlar yasaklanmış. Lodoslu günler, sabah hareket eden vapur bile zor yanaşmış iskeleye. Gözümüz sefer saatlerinde iptaller peşi sıra, hemşirenin 2 yaşındaki oğlu evde, dönemezsek adada kalacak açık otel bile yok. Aile sağlığı merkezine 80 yaşındaki kalp hastası Ayten Teyze getiriliyor, muayenesini yapıyorum kan almak, akciğer grafisi çekmek, Covid testi yapmak gerek ama imkânsız. Üniversite sıralarında bize söylenen “dağ başında bir köye atandınız ve elinizde bir şey yok” sözünü hatırlıyorum. Yıllar sonra İstanbul’un incisi Adalar’da çalışıyorum ve elimde sadece bir stetoskopla kalıyorum! Tanı koymak, tedavi etmek ve sevk etmek o kadar zor ki. Dünyanın salgın karşısında yaşadığı şaşkınlık, bende bir hekimin çaresizliğine dönüşüyor.

İstanbul da hastaneler alarm veriyor, sadece Covid hastaları yatırılıyor ki zaten yoğun bakımlar dolmuş. Adada takip edecez Ayten Teyzeyi mecburen. 2 gün sonra kötüleşiyor, 112 aranıyor ama lodos geçit vermiyor o hafta. Hava ambulansıyla karşıya geçiriliyor. Covid testi pozitif çıkınca yatırılıyor. Hastanedeyken konuşuyoruz. Kombisi bozulan aile sağlığı merkezinin soğuk olduğunu fark etmiş bana çalışırken ısınabilmem için şalını hediye etmek istiyor. Çıkınca buluşacağız öyle sözleşiyoruz. Olmuyor.

Günler sonra kızı annesinin ona emanet ettiği şalını getiriyor. Aldığım en ağır hediye. Boğazıma büyük bir yumru oturuyor. Kendi hastalığına rağmen beni dert eden Ayten Teyze’nin hastane odasında bana zafer işareti yaptığı fotoğrafı kazınıyor aklıma.

2023 Şubat, Adıyaman kışı. Yıllar süren bir savaştan çıkmış gibi görünen şehre gönüllü doktorlar olarak karavanla gün batımında varıyoruz. Gidecek bir adresimiz yok, zaten hasarsız ayakta kalan adres olabilecek bir yer de neredeyse yok. Figüranı  dahi olmak istemeyeceğim bir filmi yaşıyor gibiyim. Hava çok soğuk, hayvanlar şehri terk etmiş. Yoğun toz bulutu altında şehir. Bizi Dr. İsmail  karşılıyor, onunla çalışmaları koordine ediyoruz. Her yere yetişen, olmayacak işi olduran İsmail Abi. Nereye gidelim İsmail Abi, ilaç lazım abi, ultrason bulur muyuz abi, abi ultrason bulduk da elektrik yok, jeneratör bulur muyuz abi? Jeneratör bulduk yakıtı nasıl getirecez abi? İsmail Abi, İsmail Abi. Buldu İsmail Abi. Bize yer de buluyor, ultrason da getirtiyor, jeneratörü de bağlıyor. (Tabii anlamıyoruz çalıştırırken motorunu yakıyoruz) ikinciyi buluyor, yakıtı alıyor, küçük bir kliniğe çeviriyor “az hasarlı” aile sağlığı merkezini. Gebelere haber salıyor, yıkılmış şehirden çıkamayan, bir yere gidemeyen unutulmuş, korkmuş, yaralı gebeler geliyor.

Zaman kavramını yitiriyor, ağır dönüyor dünya, belki de kıyamet dedikleri bu...

Takvim günler sonrasını gösteriyor. Bir gece ısınmak için yaktığımız ateş başında “Neden ağlayamadım ben?” diyor. Soru bize değil asıl kendine! Sonra anlatmaya başlıyor:

“Deprem 4:17 de oldu. Çocukları alıp çıktık ama kardeşimin evi yıkılmıştı. Saat 5’te evin enkazına vardık. Kardeşimi, eşini ve 2 çocuğunun cenazesini çıkardık. Saat 6 gibi naaşlarını yıkadık, defnettik. Allah’a şükürler olsun diğer 2 çocuğu Allah bağışladı bize, onları canlı çıkardık. 6 Şubat saat 7’den itibaren buradayım” diyor. Kalkıp sarılmak istiyorum ona, olmuyor. Donuyorum, donuyor her şey; göz yaşlarım, yanan ateş, İsmail Abi, Adıyaman...

Geride unutulmuş, kendi yasını tutamayan, ağlayamayan, donmuş bir  ACI-YAMAN kalıyor.


Bu İÇERİĞİ Paylaş!