Han odasından Sorbonne amfisine


  • Hekim Sözü Nisan-Haziran 2024
  • 374

Süleyman Çam, Dr., Fotoğrafçı (EFIAP/B)

Yarı göçebe yaşamımız gereği, yine yaz aylarında göçtüğümüz yayladan 11 Eylül sabahının şafak sökümünde annemle dönüş yoluna koyulduk. 2200 metre yükseklikte bulunan yaylamız Zigana dağlarının tepelerinden biri üzerine kuruluydu. İnek sürümüzle birlikte yürüyerek katedeceğimiz yol; ancak bir buçuk günlük bir mesafeyi yürüdükten sonra köydeki evimize varmakla sonlanacaktı. Gece molasını vereceğimiz yer, yolun üçte ikisini katettikten sonra varacağımız Çağlı mevkiinde, bizim durumumuzda olanların konaklayabileceği hanlardı…

Yürüyüş boyunca hak kazandığım Milli Eğitim Bakanlığının özel öğrenci statüsünü, Fransız konsolosluğundan öğrenci vizesi alırken yaşadıklarımı, okuyacağım okulla yazışmamı tekrar gözümde canlandırıyordum heyecanla. Kitaplarda okuduğum ve zaman zaman da sohbetlerde adını duyduğum Paris şehrinin nasıl olduğunu merak ediyor, yaşadığım şehrin dahi birçok yerini bilmezken gideceğim o koca kentte kaybolabileceğim endişesine kapılıyordum.

Bir günlük yürüyüşün sonunda konaklayacağımız yere, akşam karanlığı bastırmak üzereyken vardık. Yan yana yapılmış iki handan birincisine yerleştik. Gün boyu yürümenin verdiği yorgunlukla kendimi, sedirin üzerine düşercesine bıraktığımı bugün dahi çok iyi hatırlarım. Deliksiz bir uykuyla geçirdiğim gece, sabahın ilk saatlerinde kulaklarımı yırtarcasına gürleyen, başımı içine gömdüğüm yorganı neredeyse delen gök gürültüsü şimşeklerinin keskin mavi ışığı ve hanın kiremitlerini parçalarcasına yağan şiddetli yağmurun çıkardığı uğultulu seslerle son buldu.

Endişeyle yer döşeğinden hızlı bir manevrayla kalktım, alelacele elbiselerimi giyerek, elimi yüzümü yıkadıktan sonra, hanın girişindeki genişçe sofanın sağ köşesinde çatırdayarak yanan ateşin etrafındaki taburelerden birine iliştim.

Ellerimi ateşte biraz ısıttıktan sonra çantamdan küçük pilli radyomu çıkararak düğmesini çevirdim. Anonslar eşliğinde çalmaya başlayan kahramanlık marşı, adeta ateşin ritmine uyum sağlıyordu. Başka bir kanala geçtim ki -iki kanaldan başka kanal da yoktu- orada da aynı anonslar yapılıyor, marşlar çalıyordu.

12 Eylül’ün sabahıydı… Ülkeyi anarşizmin yarattığı karmaşık ortamdan kurtarmak için askerler yönetime el koymuştu. “Vatandaşların hiçbir endişe duymamalarını, yaşamın aynı akışta devam edeceğini” ifade eden anonslar yapılıyor, gürüldeyen gök, şiddetli yağan yağmur, çatırdayarak yanan ateş, marş sesleriyle verilen anonslar, birbirine karışıyor ve telaşımızı iyice arttırıyordu.

Sabah açlığımızı bastırdıktan sonra yağan yağmura rağmen yola koyulduk. Bir buçuk saat yoğun yağmur altında yürüyüşümüzün ardından, yağmur sularının elbiselerimizde hiçbir kuru nokta bırakmayarak bedenimize sımsıkı sarmış olması, yürüyüşümüzü iyice zorlaştırıyordu. Denize doğru alçaldıkça yağmur, giderek şiddetini azalttı ve yerini bulutların aralığından fırsat bulan güneşin sıcaklığına bıraktı. Kaşüstü köyündeki evimize vardığımızda üzerimizdeki elbiseler tamamen kurumuş fakat bu zorlu yolculuk, bizde inanılmaz bir yorgunluk bırakmıştı. Yol boyunca her an, bir grup asker tarafından alıkonularak sorgulanacağımız endişesiyle ilerliyorduk; fakat endişelerimizin aksine böyle bir durumla karşılaşmadık.

Demokrasinin işlemediği ve sık sık askeriye tarafından devlet yönetimine el konduğu, siyasi anlayış şeklinin tamamen çıkarlar üzerine kurulduğu, eğitim sisteminin eğitip öğretmediği bu belirsiz ortamdan kurtulacağıma çok seviniyordum. Çocukluğumu ve gençlik yıllarımı yaşadığım bu topraklardan uzak kalacak olmamın burukluğuyla geçirdiğim günlerin ardından ilk uzun yolculuğuma başladım.

Sorbonne’daydım. Sorbonne Üniversitesi, Fransız üniversitelerinin temelini oluşturan, 1253 yılında ilahiyatçı Robert de Sorbonne tarafından Teoloji (Tanrı bilimi) öğrenim merkezi olarak kurulmuş; 1271 yılında da felsefe, sanat ve edebiyat fakültesi halini almıştı. Üniversite, kuruluşundan itibaren dünyaya kültür ve medeniyet kaynağı olmuş, yakın geçmişte de gündeme 1968 yılında Fransa’daki gençlik hareketinin merkezi olarak gelmişti.

On aylık Fransızca temel eğitiminden sonra Sorbonne Üniversitesi’nde Fransız dili ve edebiyatı fakültesine başlayacaktım. Asıl amacım; burada bir sene okuyup daha iyi Fransızca öğrenmek ve ardından tıp fakültesine başlamaktı. Penceresinden Paris’in bir bölümünü görebilen odamdan hızlı ve telaşlı adımlarla çıktım. İlk defa Sorbonne Üniversitesinin amfilerinden birindeydim. Orta yerdeki sıralardan birine oturdum, etrafı iyice süzdüm, üzerimdeki tarifsiz baskıdan kurtulmak için, içine gömülerek oturduğum koltuktan yavaşça doğrularak arkama yaslandım. Yaşadığım atmosferi iyice içime sindirebilmek için burnumdan derin soluklar alıyordum.

Beni tarih, kültür ve medeniyetin kokusu büyülemişti…


Bu İÇERİĞİ Paylaş!