Daha fazla sahada olan, meslektaşlarımızla daha çok buluşan bir tabip odası-Osman Öztürk*


  • Hekim Sözü Ocak-Haziran 2023
  • 221

İstanbul Tabip Odası (İTO) Genel Sekreteri Dr. Ertuğrul Oruç ve İTO Yönetim Kurulu üyesi Dr. Cegerğun Polat’la seçimleri, Türkiye sağlık ve hekimlik ortamını ve İTO’yu konuştuk.

Türkiye 14-28 Mayıs’ta iki turlu bir seçim geçirdi. Seçim sürecini ve sonuçlarını genel olarak nasıl değerlendirirsiniz sorusuyla başlayalım.
Ertuğrul Oruç: 14 Mayıs seçimlerine giderken çok yakın bir dönemde yaşadığımız deprem felaketinin gölgesi vardı ve önceki 1- 1,5 yıllık süreci düşündüğümüzde muhalefetin, en azından kendi iç duygusu olarak söylüyorum, daha önde olduğu, ekonomik krizin etkilerinin daha kendisini hissettirdiği ve iktidarın yıprandığı algısıyla 14 Mayıs’a gidildi diyebilirim ben seçim sürecinde. Genel duygu açıkçası iktidarın değişme olasılığının yüksek olduğuydu. Özellikle ekonomik yıkımın halk nezdinde iktidarı yıprattığı, bunun da seçim sonuçlarına yansıyacağı şeklinde bir algıyla gidildi.
Sonuç itibariyle iktidar oy kaybına rağmen devam ettirmiş oldu iktidarını. İttifak olarak düşündüğümüzde ciddi de bir milletvekili sayısıyla girmiş oldu. Aynı zamanda 2 milyondan fazla oy farkıyla da cumhurbaşkanlığını aldı. Ben seçim sonuçlarının farklı sınıf katmanlarında farklı algılandığını düşünüyorum. Daha “beyaz yakalı” diyebileceğimiz orta sınıfların duygu durumu, muhalefet için söylüyorum, iktidarın değişeceğine çok daha fazla bir inançla girilmişti. İşçi sınıfı için, “mavi yakalılar” içinse bunun böyle olmadığını görmüş olduk. Bunu şundan dolayı da söylüyorum; işçi katmanları açısından, işçi sınıfı açısından seçim sonuçlarının moral olarak geleceğe bakış açısından çok da etki etmediğini düşünüyorum. Yani moral olarak bir negatif etkisinin çok daha az olduğunu düşünüyorum orta sınıflar ve beyaz yaka diyebileceğimiz katmanlara göre.
Cegerğun Polat: 14 Mayıs seçimleri sadece bu dönemi kapsayan bir şey değildi. Sonuçta 20 yıllık bir AKP iktidarının toplamda getirdiği yükün hepimizin üzerinde oluşturduğu baskı ortamında 14 Mayıs seçimlerine gittik. Bu yük özellikle 2015’ten sonra çok daha farklı bir nitelik kazandı. Sağlık politikalarıyla uğraşan bizlerin günlük yaşamını etkileyecek boyutta sosyolojik birtakım olumsuzlukları da tetikledi. Yapısal ırkçılık bu dönemde karakteristik olarak hem iktidar hem de muhalefetin omuzladığı bir bagaj halinde seçimlerin ana karakterini oluşturdu. O nedenle seçimlere söylemek istediklerimizi söyleyemediğimiz, akışa kapıldığımız ve olabildiğince nefes alalım diye kendimizi şartlandırdığımız bir duygu hali ile gidildi.
Bu seçim ne kadar adil ne kadar eşit bir seçimdi?
EO: Şimdi biz bir seçim sonucundan bahsediyoruz tabii ama bu bir eşitlerin seçimi değildi. Bir eşit seçim olmadı, adil seçim olmadı. İktidarın her türlü baskı aygıtını göstererek veya gizliden uyguladığı, tüm seçim hilelerinden tutalım, öncesindeki aslında “sopalı” seçime doğru gittiğimiz havayı yaratma anlamında da YSK üzerine olsun, diğer kritik kurumlar üzerinde yarattığı baskıyla bu seçime gidilmiş oldu. Hatta cumhurbaşkanın kendi adaylığı dâhil aslında hukuk dışıydı. O kabul edilince diğer hukuksuzluklar art arda geldi. Sadece 14 ve 28 Mayıs’taki hukuksuzluklardan değil, süreci de hukuksuz bir şekilde yürüttüklerini söylememiz lazım.
Toplumda aslında AKP iktidarının biteceğine dair oldukça güçlü ve yaygın bir kanaat vardı ama gerçekleşmedi. Sizce muhalefet toplumun ihtiyacına yeterince cevap verebildi mi?
EO: Muhalefetin en güçlü olduğu, olabileceği yer sonuçta anketlerde de ekonomik kriz ortamının dillendirilmesi, bunun üstüne bir siyasi dil tutturulması olabilirdi. Ancak muhalefet buradan yürümeyi çok tercih etmedi. Yani örneğin “ortodoks politikalar” denen uygulana gelmiş klasik ekonomi politikalarına tekrardan geçileceği söylemi. Bunun bir vaadi aslında emekçi sınıfların ezilmesi, işte faizlerin artırılıp yatırımlar düştükten sonra işsizliğin arttığı, aslında Türkiye’nin çok yakından tanıdığı, işte 2000’lerin başındaki kriz gibi, önceki krizler gibi yaşanan acı reçetenin sunulması şeklinde. Aslında yapacağı politikaları açıktan söyleyememesi, bunun açık açık söylenememesi hâli hatta bunun tersini yapıp Erdoğan’ı bunu yapmamakla eleştiren bir dili vardı. Ben bunun çok belirleyici olduğunu düşünüyorum.
CP: Seçim usulü nedeniyle iki ittifakın ya da iki yapının diyelim yarıştığı bir şeye dönüştü. Bir üçüncü seçenek oluşturacak sahici bir oy kümelenmesi sağlanamadı. İki cumhurbaşkanı adayının temsil ettiği ittifaklar öne çıktı. Bence seçimdeki en önemli sorun bu. İki seçenekli bir ortamda seçeneklerin performatif saha çalışmasının bir parçası olmak ya da sadece süreci izlemek gibi bir pozisyonda kalıyorsunuz. İnsanlar bu seçeneksizlikte, sahadaki performatif düzeye bakarak kendi sorunlarından, ülkenin sorunlarından gerçekçi meselelerden uzaklaşmış oldu. Hangi cumhurbaşkanı adayının daha çok performans sergileyeceği ve ne kadar oy alacağına kitlenen bir seçim halini aldı.
Sınıfsal mücadele dili olmadı. Daha çok orta sınıfın önemseyerek dile getirdiği; demokrasi, adalet, özgürlük gibi kavramlar Millet İttifakı’nda yer buldu. Seçim sisteminin ve ülkedeki siyasetsizliğin, ideolojiden uzaklaşmanın sınıfsal özelliklerini, karakterini yansıtmayı beceremeyen toplumsal yapıların taraftarlık seçimine dönüştü ve sonuçları böyle şekillenmiş oldu.
Son 20 yıldan farklı olarak AKP bu seçim döneminde sağlık politikalarını öne çıkarmadı. Peki sizce muhalefet sağlık konusuna yeterince yer ayırdı mı?
CP: Seçime giderken CHP’nin vaatleri ya da CHP’nin sağlığa dair söyledikleri neydi diye baktığımızda elle tutulur şeyler yoktu. CHP de, İyi Parti de, Millet İttifakı da ülkede sağlık sistemi ile ilgili AKP’nin elinin güçlü olduğuna kanaat getirmişti bence. Burada kendilerine bir politik alan tanımlayamadılar gibi görünüyor. Aslında toplumsal muhalefet açısından sağlık alanındaki birikim diğer alanlarda neredeyse yok gibi. TTB’nin, SES’in buradaki mücadelesi, çıktıları muhalefet tarafından önemsenerek üzerinde durulup bir politik dil halini almamış görünüyor. O nedenle Millet İttifakı ve cumhurbaşkanı adayı adına burada çok umut verici içimizi ferahlatıcı bir aksiyon görmedik.
Cumhur İttifakının da sağlık politikalarına nasıl baktığı değişmeyen bakanla zaten görünüyor. Beraberinde bence Fahrettin Koca ile simgeleşen dönem şehir hastaneleri dönemi. Şehir hastaneleri dönemi Fahrettin Koca’nın en azından sahiplendiği “yaptım” dediği, hayata geçirdiği bir süreç. Fahrettin Koca Medipol’un patronu aynı zamanda. Bu işi biliyor, sağlık turizmini de biliyor, bu işten para kazanıyor “biz bu işi yaparız, büyütürüz, devam ettiririz” diyor. Bundan sonra sağlık politikaları ile ilgili Cumhur İttifakı’nın üç aşağı beş yukarı rotası belli. Kriz anlarını bir şekilde sürdürebilecek ek araçlar oluşturarak mevcut sistemin devamını sağlamak ve daha fazla hastane, daha fazla tedavi edici sağlık hizmetleri üzerinden insanların gözünde sağlık hizmeti sunduğu algısını güçlendirecek faaliyetleri sürdürmek.
EO: Bence de muhalefet, Millet İttifakı’nın başını çektiği, AKP’nin sağlıkta 20 yıllık dönemde yaptığı işlerin halkta bir karşılığı olduğu, pozitif bir imajının olduğunu düşünüyor sanırım. Ben de bunun bir kategorik çıktısı var diye düşünüyorum. Çünkü bu kadar sessizlik ya da işte getirdiği birkaç önerinin zaten AKP’nin o konularda bir adım atmış olduğu yerler olması çok da suya sabuna dokunmayan şeyler olması onu düşündürüyor. Geçmişte CHP de olsa muhalefet bir kamulaştırma ya da işte parasız, nitelikli sağlık vurgusunu öne çıkarırdı, söylerdi, söylem düzeyinde yapardı en azından. Onu hiç görmedik.
Cumhur İttifakı açısından da, ne desin yani, “Daha da özelleştireceğiz daha da paralı hale getireceğiz” demenin bir pozitif algısı yok halkta. Bunu da diyemeyecekleri için neredeyse hiçbir şey dememeyi tercih etme hâli olmuş oldu.
Siyasal muhalefet üzerinden konuşuyoruz ama toplumsal muhalefet üzerine düşeni yaptı mı sizce?
EO: En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, elbette ki biz de yetersiz kaldık. Bunu çok açık söylemek lazım. Bizim de içinde olduğumuz emek meslek örgütleri sınıfta kaldı denilebilir mi bilemem ama müdahale açısından bir pasif hâli olduğunu düşünüyorum açıkçası. Genelde son dönemece girildiğinde belki bu işler biraz daha toparlanıyordu geçmişte, ya da son dönemde öyle olmaya başlamıştı, belki deprem burada büyük bir rol oynamış olabilir. Enerjinin büyük bir kısmı oraya aktarılınca son dönemdeki o müdahale etme kapasitesi bir miktar azalmış olabilir.
Ama geçmişte biz, ben TTB’den düşünüyorum, diğer meslek örgütleri de benzerdi aslında, seçim sürecine giderlerken bir taktik, strateji belirlerler, geçmiş dönemin bir muhasebesi yapıldıktan sonra önümüzdeki döneme dair kendi açılarından bir yol haritası koyarlardı muhalefetin önüne. Biz de dâhil olmak üzere emek meslek örgütlerinin bunu yapamadığını düşünüyorum.
AKP iktidarda 20 yılını doldurdu. Bu 20 yıl sağlık alanını nasıl etkiledi, 20 yıl öncesine göre neler değişmiş oldu sağlıkta?
CP: Bizler Sağlıkta Dönüşüm Programı öncesi 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu Yasası çerçevesinde bir sağlık hizmetinden faydalanıyorduk. Burada sağlık ocakları vardı, bölge temelli sağlık hizmeti yürütülüyordu birinci basamakta. Bunu koruyucu sağlık hizmetlerinin merkezde olduğu bir sağlık hizmeti diye tanımlayabiliriz. Ve burada işte o bölgede yaşayanların aşılanmasından tutalım diğer hastalıkların takibine ve onların primer sorununu üstlenen sağlık ocaklarına kadar örülü olan, kamusal sağlık hizmetinin ön planda olduğu, tek tük özel hastanenin olduğu bir sistem vardı.
Sağlıkta Dönüşüm Programına böyle geldik. Bu aile hekimliği sistemi, sağlıkta özelleştirmenin, özel hastanelerin tedavi edici sağlık hizmetlerinin ön plana geçtiği bir sisteme evirildi. Özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu üzerinden bir sermaye aktarımı oldu ve hastane sahipleri özel sağlık sermayesi gibi bir yapı oluştu. Aile hekimliği sistemi ile beraber de bir rekabet ortamı yaratılarak belli bir sayıyı tutturmaya çalışan ve baktığı hasta kadar ek ücret almak durumunda bırakılan bir birinci basamağa mahkûm edildi ülke. Burada tabi ki koruyucu sağlık hizmetlerinin çok aksadığını görüyoruz. Bölge temelli olmaktan çıkan, hatta şehirler arası hastaların olduğu, aynı şehirde bir ucundan bir ucuna aile hekimine bağlı olan insanların yaşadığı bir sisteme dönüştü.
AKP’nin 20 yıllık politikalarının hekimlere, sağlık çalışanlarına yansıması nasıl oldu?
EO: Sağlıkta Dönüşüm Programının 2002’deki ilk hamlelerini düşündüğümüzde bu alandaki sonradan gelecek olan özelleştirme, piyasalaştırma hamlelerine rahatlıkla geçilmesi için sağlık emek gücünün örgütsüzleştirilmesi, kolunun kanadının kırılması yönünde olmuştu. Mesela sağlıkta taşeronlaşmanın köprüsünün atıldığı tarih 2002-2003’e dayanıyor. En bariz, hiç istemediği yani hiç kabul etmediği şey sağlıkta sendikalaşma, meslek örgütlerinin güç kazanması, bir şekilde örgütlülüğün olmaması, tersine örgütlülüğün kırılması üzerindeydi. Bununla beraber 20 yılda adım adım gelen şey piyasaya açılmasından sonra hekimlere ve sağlık emekçilerine bu yaratılan değerden kademeli olarak yıldan yıla daha az pay alması ile karşılaştık. Ekonomik kriz de buna tuz biber oldu. Alım gücünü 2002 ile kıyasladığımızda çok daha aşağılarda olduğunu görüyoruz. Bize düşen de alım gücünün azalması, fakirleşme oldu tabii.
TTB yönetiminin görevden alınmasına dair açılmış bir dava ve yasasını değiştirme konusundaki niyetleri var. Önümüzdeki dönem AKP-TTB ilişkisinin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
CP: TTB yönetiminin görevden alınması ile ilgili kısa vadede hükümetin çok özel bir planı olduğunu düşünmüyorum. Ancak Türkiye’de atmosfer çok hızlı değişiyor. TTB ile Fahrettin Koca’nın son 4 yılında da herhangi bir temas kurmayı düşünmediklerini gördük. Hükümetin, muhatap almama, etkisiz kılma ile tüketmeye çalışan bir tarzı izleyeceğini düşünüyorum. Ama TTB’nin söylediği ve görmezden gelemeyeceği gündemler var. Mesela kızamık. Biz bir ay önce “kızamık salgını var” dediğimizde ve Fahrettin Koca’ya bu soruları sorduğumuzda bize dönüp cevap vermedi ama kamuoyuna cevap vermek zorunda hissetti. Aslında bizim gücümüzü de temelde gösteren şey bu. Yine bundan bir yıl önce Fahrettin Koca bizimle görüşmüyordu ama hekimler ayağa kalktığında kendi özlük hakları için çalışma koşulları için, ücretlendirilmeleri ile ilgili, bunu dikkate almak zorunda kaldı. Yani sizi muhatap almıyor gibi görünebilir ama sizin yaptıklarınızla mücadele etmek zorunda hissediyor kendisini. Bence toplumsal muhalefet ve bizim muhalefetimiz açısından da asıl düşünülmesi gereken şey bu.
EO: TTB anayasal, kamu kurumu niteliğinde bir kurum. Ve aslında görevleri açısından da yalnızca meslektaşlarının haklarını koruyan bir haklar derneğinden ziyade halkın sağlık hakkını aslında gözeten görev verilmiş durumda TTB’ye. Ben bunu savunduğumuz ölçüde cüretkâr şekilde cesurca her alanda, her başlıkta bunu gözettiğimiz sürece AKP ile ve iktidarla “iyi” olabileceğimizi düşünmüyorum. Yani AKP ile hep bir mesafemiz olacaktır ki zaten böyle bir mesafe de faydalı bir mesafe olacaktır. Fakat tabii ki bu görüşmeme anlamına gelmiyor. Yani Fahrettin Koca bizimle görüşme talep ederse gideriz görüşmeye, söyleriz bildiklerimizi. Ama biz doğru bildiğimiz şeyi yapmalıyız. Biz zaten bütün iktidarlarla ilişkimizi böyle sürdüren bir meslek örgütüyüz. Geçmişte AKP yoktu ama yine doğru bildiklerimizi söylüyorduk ve tepki de gördüğümüz oluyordu. Sadece AKP ile gelmiş bir şey değil. Ben böyle bir ilişkinin önümüzdeki dönemde de devam edeceğini düşünüyorum.
Görevden alma davası ile ilgili olarak muhtemelen kısa vadede yerel seçimler var, görevden alır almaz bu biraz Cegerğun’un da dediği gibi konjonktürle ile ilgili ama ben bizim halk sağlığına dair sözlerimizin arkasında durarak, sağlam temellerle durduğumuz takdirde böyle bir meşruiyete izin vermeyeceğimizi düşünüyorum. Bizim esas gücümüz o. Ben bunun sürdürüldüğü takdirde başarılı olacağımızı düşünüyorum o anlamda.
İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu olarak önümüzdeki yıl için öncelikleriniz neler olacak?
EO: Şimdi biz Mayıs ayında seçimsiz genel kurul yaptık. Burada da üzerinde durduğumuz konu daha fazla sahada olmaktı. Biz hastanelerde, aile sağlık merkezlerinde olmalıyız. Nerede sağlık hizmeti varsa, nerede işyerleri varsa İTO’nun temsilcileri orada olmalı. İTO olarak daha fazla sahada olan, sahanın nabzını tutan, meslektaşlarımızla daha çok buluşan, onların dertlerini dinleyen ve aslında onların da dertlerini söyleyeceği bir ortam yaratan tabip odası olmamız gerekiyor. Onların hissiyatı olarak “tabip odası var ve ben onlara güvenebilirim, onlarla yürüyebilirim” şeklinde bir meslek örgütü algısı da yaratmamız gerekiyor. Çünkü önümüzdeki dönemdeki AKP’nin sağlıkta yürüteceği politika geçmişten çok da farklı değil. Daha fazla özelleştirme, daha fazla piyasalaştırma, daha fazla emeğin ezilmesi, alım gücünün düşürülmesi şeklinde politikaların devam edeceğini muhtemelen göreceğiz. Böyle bir ortamı karşılamak için bugünden aslında onu göğüsleyebilecek bir ortamı yaratmamız gerektiğini düşünüyorum.
CP: Kızamık salgınını baz alırsak sağlık sistemine dair özellikle birinci basamakta çok daha fazla sorunla yüzleşeceğimiz ve bu sorunları gündeme getireceğimiz bir gündemimiz olacak diye düşünüyorum.
Beraberinde hekimlerin her ay eriyen maaşları ve düzelmeyen çalışma koşulları ile sorunların biriktiği ve bu sorunların çözüm içerecek şekilde dile getirileceği bir gündemimizin olacağını düşünüyorum.
İş çok. Gelecek döneme ilişkin araçlarımızı da artırmamız gerekiyor. Biraz daha tabip odası olarak medyayı kullanabileceğimiz araçlar geliştirdik. Halka daha fazla derdimizi anlatabileceğimiz, meslektaşlarımıza derdimizi anlatabileceğimiz araçlar kullanmamız gerekiyor. Onlardan biri de gelecek dönemde Tabip TV ile önemli bir giriş yaparız diye düşünüyorum.


Bu İÇERİĞİ Paylaş!