İstanbul’un gıda stratejisi


  • Hekim Sözü Nisan-Haziran 2024
  • 63

Çiftçiye ücretsiz verilen fideler, gübre, mazot ve ekipmanla tarımsal üretimin desteklenmesi, halkın sağlıklı gıdaya erişimi, hayvancılık, balıkçılık, arıcılıkla geçimini sağlayanlara verilen destekler ve sokak hayvanlarına yapılan yardımlar… İstanbul’un tarımsal kalkınma planının ilk 5 yılını ve bundan sonra yapılacakları İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanı Ahmet Atalık ile konuştuk. Söyleşide yanımızda olan ve tespitleriyle ufkumuzu genişleten Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Kurucu Genel Başkanı Abdullah Aysu’ya da teşekkür ediyoruz. Bir özel teşekkür de destekleri için Haydar Can Dokuyan’a.

Röportaj: Yasemin Demirci Dr., Hekim Sözü Yayın Kurulu Üyesi 

Ahmet Bey hoşgeldiniz. İBB Daire Başkanı olduğunuzda, İstanbul’da tarım ne durumdaydı? İki dönemlik yönetiminiz hala devam ediyorken ne aşamaya ulaştırdınız?

Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığımız 2014 yılında kuruldu. 2019 yılı yerel seçimleriyle birlikte siyasi olarak Büyükşehir Belediyesi el değiştirdi ve ekim ayının başlarında da göreve başladım. Şunu üzülerek gördük ki ne bitkisel üretim ne balıkçılık ne hayvan yetiştiriciliği hususunda geçilen beş yıllık dönemde dairemizin hiçbir faaliyeti olmamış. Dolayısıyla bu yönde şeffaflığı sağlayacak hiçbir mevzuat çalışması da olmamış. Biz göreve gelir gelmez, bir yılımız müfettişlerin eleştiri raporları Sayıştay’ın eleştiri raporlarını okumakla ve en düzgün mevzuatı oluşturmakla geçti. 2020 yılından itibaren de icraatlarımıza başladık.

2020 yılı icraatın başlangıç yılı o zaman?

Tabii, 2020 yılı ortalarında başladık.

Yönergelerle yürüttünüz ama değil mi süreci?

Hala yönergelerle yürütüyoruz, yani yönetmelik ve yönerge aynı şey. Bir tanesi belediye meclisinin onayından geçiyor, yönerge direkt belediye başkanının imzasıyla yürürlüğe giriyor. Her ikisi de kanun önünde eşit güce sahip, dolayısıyla halkın ve tarımın menfaatine bir yönetmelik geçiremeyeceğiz tedirginliğini duyduğumuz için yönergeyi tercih ettik.

İBB tarımı Türkiye’deki tüm belediyeler arasında konuşuluyor bir taraftan. Bir dönem de tabii Ovacık’taki tarım çok konuşuluyordu İBB’den önce. Ondan önce de İzmir’in tarımı geliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarımı.

2020 yılının başlarında Kanada’dan Prof. Dr. Mustafa Koç, o dönemlerde gıda raportörü Prof. Dr. Hilal Elver ve Dr. Öğretim üyesi Bülent Şık’ın önderliğinde, İstanbul Planlama Ajansı’nın katkılarıyla İstanbul Gıda Strateji Belgemizi hazırladık. Üç akademisyenimizin katkılarıyla. İnternet üzerinden halk görüşüne açtık. Halktan gelen eleştiriler de değerlendirilmek suretiyle İstanbul Gıda Strateji Belgesi ortaya çıktı. Bu belgemizde, çok öz amacını söylersek, tarımsal üretimin desteklenmesi, kentlilerin sağlıklı gıdaya erişiminin sağlanması ve tüm bu saydığımız sistemdeki dayanıklılığın arttırılması diyebiliriz. Gıda Strateji Belgesi bu amaç doğrultusunda, alt kategorilere ayrılarak İstanbul’un tarımsal hizmetler anayasasını teşkil etti. Bu belgeye göre çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekirse, 2022 yılında Milano Kentsel Gıda Politikaları Paktı’na başvuruda bulunduk ve girdik. 2023 yılı sonunda yürütmesine seçildik. 2024 ve 2025 yürütmesinde yer alıyoruz. Ekrem İmamoğlu başkan tabii ki, belediyenin başkanı olarak, sekretaryasını da bizim dairemiz yürütüyor. Bu, dünyada 180 civarı ülkenin şehirlerinin içerisinde olduğu dünya çapında bir gıda paktı. Biz Avrasya ve Güney Batı Asya’dan sorumlu yürütme kurulu içerisindeyiz. Tüm gelişmiş ülkelerin önde gelen şehirlerinin yaptığı gibi Gıda Strateji Belgemizi hazırladık.

Önümüzdeki süreçte kendi sorumluluk alanımızdaki ülkeleri bir araya toparlamak, kendi örneklerimizi onlara sunmak, eğer alabileceğimiz güzel örnekler varsa da yararlanmak üzere faaliyetlerimiz olacak. Bu ana temalardan sonra, İstanbul’da şöyle güzel bir döngüye de vesile oluyoruz ve bu bizi çok mutlu eden bir konu. İki tane çiftçi pazarımız var. Biri Kadıköy’de bir tanesi Beşiktaş’ta. Buralarda çöpe gidecek sebze, meyve artıkları oluyor. Pazarlardaki bu organik artıklar, lokantaların, hastanelerin, kışlaların, yemekhanelerin artıkları İBB tarafından toplanıyor. Hani birçok kişi çöpe gittiğini düşünerek de üzülüyor. Bu artıklar İBB’nin Kemerburgaz’daki biyometanizasyon tesisinde kompost yapımına tabi tutuluyor. Oluşan kompost, tarımın hizmetine sunulurken, kompostun oluşması esnasında ortaya çıkan metan gazı havaya bırakılmıyor, toplanıyor. Metan gazından yine İBB’nin 2021 yılında kurduğu enerji tesisinde yakılmak suretiyle elektrik elde edilerek ana hatta veriliyor. Ve bu tesisin soğutulmasında kullanılan su tabii haliyle ısınıyor. Isınan bu su, fide yetiştirdiğimiz seralarımızda kullanılmak suretiyle, seralarımızın sürekli sabit ısıda kalmasını sağlıyor. Bu seralarımızda 17.5 milyon fide üretiliyor. Bu fideler çiftçilerimize sunuluyor, çiftçilerimiz bunları yetiştirerek yine pazarlarda halkın sunumuna gönderiliyor. Yani hiçbir şey kaybolmuyor, sürekli bir üretim döngüsü içerisinde kullanılıyor.

Kadıköy ve Beşiktaş’taki çiftçi pazarlarımızda bu fidelerle yetiştirilen ürünler satılıyor. Bu fideler çiftçilerimize tamamıyla ücretsiz veriliyor. Çiftçiler pazarlarımızdan da ücretsiz faydalanıyorlar. Yani aracısız üretilen ürünü satma imkânı da sağlamış oluyoruz. 2021 yılında ilk seramızı açtık. Ve seçim sonuçlarından da görüldüğü üzere kırsal alanda da çok büyük memnuniyet sağladı, bu durum oyumuzu da olumlu yönde etkiledi. Ve biz ikinci serayı da kurduk. Bu ilk sera üç dönümdü, yanına dört dönümlük bir sera daha kurduk. Yedi dönümlük iki seramızda toplam 17.5 milyon adet fidemizi üretiyoruz. Kullanılamaz denilen seralarda şimdi Tarım Bakanlığının tek tek fideleri kontrol edip, evet sağlıklıdır bu fideler, son derece üretime elverişlidir, raporlarıyla İstanbul çiftçisi verimli ve sağlıklı bir üretim yapıyor.

Çiftçi bu fidelerden üretim yaparken kimyasal gübre, kimyasal ilaç kullanıyor mu?

Biz göreve geldiğimizde ilk yaptığımız işlerden bir tanesi, kooperatifleri, birlikleri ve ziraat odası başkanlarını toplamak oldu. Onlarla oturduk, ne eksiğiniz var, bizden beklentiniz nedir, diye sorduk. Kanaat önderleri, çiftçiler, balıkçılar, arıcılar, hayvan yetiştiricileri ile de ayrıca gittik görüştük. Sonuçta o kadar güzel fikirler ortaya çıktı ki. Şimdi biz bu kentte üretimi yönlendirirken, bizim ilk beş yıldaki üretim mantığımızda şu oldu; toprağını terk eden ya da terk etmek üzere olan çiftçiyi tekrar toprağına çekmeye çalışmak ve onu toprağını terk etmemeye ikna etmek. Zaten İBB’nin kaliteli destekleriyle, çiftçisinin yanında da yer aldığını görünce terk edenlerin bir kısmı geri döndü. Terk etmeyi düşünenlerinse, madem İBB benim yanımda bu işi devam ettireyim, kararı verdiklerini yine sevinçle öğrendik.

Biz sadece fide vermekte kalmıyoruz. Ziraat mühendislerimiz, öncelikle verdiğimiz fide heba olmasın diye, bizden talep edenlerin yerinin olup olmadığını önden gidip kontrol ediyor. Çünkü satmaya kalkanlar oldu, el koyduk. Çöpe atmaya kalkanlar oldu. Zaten benim o müdürlüğüm sırasında hayatta kimseyi masasının başında bulamazsınız. Ya destek dağıtıyordur ya kontrolünü yapıyordur ya da şunu da yapıyorlar; üretim periyodu boyunca çiftçinin yanında bizzat bulunarak işini takip ederek, hatalarını önlemeye çalışıyorlar. Çünkü hani sizde koruyucu hekimlik var ya. Biz bu pazarları kurarken “Laboratuvar analizi yapacak mısınız?” tartışması yaşadık çok, tüketici kooperatifleri ile mesela. Gıda maddelerine laboratuvar analizi yapılması ölüye otopsi yapmaktan farksız. Çünkü numuneyi alıp, laboratuvara verip, sonucunu alıp, “Aaa senin ürünün şuymuş,” diyene kadar bırakın satılmasını tüketimi bile bitiyor.

Bülent Şık’ın öyle bir çalışması vardı. Bülent Şık, Akdeniz bölgesinde pestisit kalıntısını yüzde 57 bulurken, bakanlık yüzde 3 bulmuştu. Ben telefon etmiştim Bülent Şık’a “Bakanlık nasıl yüzde 3 buluyor, sen nasıl yüzde 50 buluyorsun?” O da, “Benim gibi 457 aktif maddeye bakarsa yüzde 57 bulur, ama 15 tane aktif maddeye bakarsa yüzde 3 bulur,” dedi. Bir de bulana kadar zaten tüketimi de bitiyor. Örneğin, ıspanakta güzel avrat otundan kaynaklı sağlık sorunu yaşamaları. Yahu insanların sağlığı bozulup da analiz sonucu çıkana kadar o ıspanak piyasada kalmıyor zaten. O iş uzun sürüyor.

Tarımdaki koruyucu hekimlik de arkadaşlarımızın çiftçi ile alanda birlikte yer alıp, zararlı nerde ürüyor, hastalık nerden giriyorun önlemini almak, onları ortadan kaldırmak, o hataları azaltmak olmalı. Dolayısıyla o yaptığı hataları sürekli başlarında durarak, anlatarak, söyleye söyleye, koruyucu hekimlik yapmak suretiyle düzeltiyoruz. Ben inanıyorum ki Türkiye’de en sağlıklı gıda şu anda irtibatta olduğumuz çiftçiler tarafından üretiliyor. Çünkü sürekli izliyoruz, sürekli hatalarını söylüyoruz.

Bir de gıda toplanmadan önce mümkün olduğunca bitkinin kimyasaldan arınmış olması gerekiyor değil mi?

Tabii, kan verirken antibiyotiğin atılması gibi. Bir de sağlıklı bir üretim gerçekleştirmek üzere seralarda özellikle biyoteknik mücadele araçlarından sarı yapışkan tuzaklar dağıtıyoruz. Bu sarı yapışkan tuzaklar, hastalığı da taşıyan zararlıların yapışmasını sağlıyor. Zaten çok büyük bir kısmını bu şekilde ortadan kaldırıyorsunuz. Artı yapışma yoğunluğuna göre size pestisit kullanıp kullanmamanız gerektiğini de gösteriyor. Yani çiftçi de keyfinden ilaç kullanmıyor, dünya para veriyor o ilaca. Ucuz bir şey değil. Dolayısıyla sera üretiminde çiftçinin pestisit kullanımını azaltmaya yönelik biyoteknik mücadele araçlarını da hibe etmek suretiyle destek olarak veriyoruz.

Tohumlar veriyoruz, baklagil tohumları, yem bitkileri tohumları da dağıtıyoruz çiftçilerimize. Bu dağıttığımız tohumlar, Tarım Bakanlığının araştırma enstitülerinin geliştirdiği tohumlar. Enstitüler yeterli alan ve çiftçi birlikteliği sağlayamıyorlar, alanları dolayısıyla. Hem Edirne hem Sakarya’daki enstitülerde geliştirilen bu saydığım tohum yelpazesini alıp 20-30 dönümlük çiftçi ortamında denemelerini yapıyoruz. Onların takibi açısından da çok müthiş oluyor bu. Dolayısıyla bu kurumlarla iş birliği yaparak coğrafyamıza en uygun tohumların yetiştiriciliğini sağlıyoruz, destek olarak veriyoruz. Bütün desteklerimiz ücretsiz.

Fidelerde de öncelikle bu kentin çiftçisi ne kullanıyor ne amaçla üretim yapıyor, hangi çeşidi kullanıyor, hangi sorunları yaşıyor ve onlarla mücadele ediyorun haritasını çıkarttık. Ve bu yaşadığı sorunlar ile üretim araçlarını masaya yatırdık. Bunu bu alanda çalışan uzman meslektaşlarımızla çalıştık. Çok iyi anlatmanız gerekiyor ki, çiftçinin de en başta size güvenmesi gerekiyor. Şu anda çiftçimiz biz ne dersek gözü kapalı inanıyor, çünkü şunu biliyor ki biz onlardan daha hassasız bu konuda ve biz kendilerinden daha çok düşünüyoruz onları ve tarımsal üretimi. Buna ikna oldular. Dolayısıyla artık sorgulamıyorlar. İnsanlarla yüz yüze temas, onları doğru yönlendirme, onları onlardan daha fazla düşünen insanlar olduğuna kanaat getirdiği anda bizim işimiz de kolaylaşıyor. Dolayısıyla sebzelerde de onların istekleri öncelikli fakat uzmanlarla yaptığımız çalışmada onların menfaatine daha iyi bir çeşit bulursak da “Alın bir kısmınız bundan deneyin, ona göre buna geçeceğiz,” diyoruz. Ertesi sene “Tamam biz buna geçelim,” diyorlar. O şekilde her kararımızı biz çiftçilerle, ziraat odaları ile kooperatiflerle, birliklerle birlikte alıyoruz. Onun için de başarılı olursak hepimizin başarısı, başarısız olursak da hepimizin başarısızlığı diyorum.

Gerek serada gerekse açık alanda üretim yapan çiftçilerimize yine gübre desteği veriyoruz. Pestisit desteği vermiyoruz, çünkü pestisit gerektiği zaman kullanılması gereken bir şey. Malç naylonu desteği veriyoruz. Özellikle çilek ve sebze yetiştiricilerine. Bu da yabancı ot gelişimini engellediğinden dolayı yine pestisit kullanımını etkileyen bir faktör. Yabancı ot ilacı kullanmanıza gerek kalmıyor. Toprağı yükseltiyorsunuz, naylon seriyorsunuz, delikler açıyor ve fidelerinizi dikiyorsunuz, kapalı olduğu için yabancı çıkışı olmuyor, olamıyor, pestisit kullanmanıza gerek kalmıyor. Artı, sulama sistemi de naylonun altında olduğu için bitkinin suyla temas eden bir yaprağı, dalı olmadığından mantar ve bakteriyel hiçbir hastalıkla karşılaşmıyor, dolayısıyla o yönde de pestisit kullanmanıza çoğu zaman ihtiyaç kalmıyor.

Çiftçiye damla sulama hortumlarını veriyoruz. Çiftçinin sebze üretimi sulama sistemine alındı, 9 tanesi 15 sulama göletimizden, dokuz tanesi kapalı devre sulama. Hiçbir elektrik ya da mazot enerjisi harcamaksızın damla sulama ve yağmurlama sulamayı çiftçiler son derece rahat yapıyor. Ayrıca bir motor çalıştırmaları gerekmiyor basıncı sağlamaları için öyle de bir avantajı var ve ücretsiz.

İsteyen çiftçilerimizden her sene 10-15 kişiye çilek plantasyonları oluşturuyoruz. Sonra kentimiz yağlık ayçiçeği yetiştirme açısından da son derece verimli toprak ve iklim şartlarına göre.  Çatalca’da yetişiyor.

Buğday tohumu desteği veriyoruz, arpa, yulaf tohumu desteği veriyoruz. Ve bir de şunu yapıyoruz, mazot desteği için; Türkiye’de 5-6 belediye bunu yapıyor. Nasıl yaptıklarına baktık, bir kart verip bir petrol şirketiyle anlaşıyorlar. Çiftçi kartıyla o firma nerede varsa traktörüne mazot alıyor. Fakat İstanbul’a baktık. Yoğunluklu tarım yapılan her yerde her firmanın bayisi yok. Traktörü olan bir vatandaş oraya gidip tekrar köyüne dönene kadar aldığı mazotun yarısı belki daha fazlası gidecek. Bir de şu dezavantajla karşılaştıklarını gördük. Çiftçiye para yüklenmiş bir kart veriyorsunuz, o para karşılığı mazot alacak. Çiftçiye kart verdiğiniz zaman o kartla gidip oralardan mazot almaktansa, dizel aracı olanlara kartını satıyor, parasını alıyor. Dolayısıyla hedefine ulaşmamış oluyor. Suistimale açık. Bu sebeple biz şuna karar verdik, köyüne gidip deposuna mazotu vermek, bidonuna bile değil, deposuna.

Şimdi bu üretimlerde kullanılması gereken makine güçleri var. Makine gücü her çiftçiye, al senin de makinen olsun demek, ziyankarlıktır. Toplu taşıma gibi toplu tarım aletleri özendirilmelidir. Dolayısıyla biz birlik kooperatif ve ziraat odaları yani çiftçinin örgütlülüğü üzerinden makine ekipman desteği sağladık.

Çiftçimizin gübre kullanmasında önemli bir aşama olan toprak ve su analizlerini de ücretsiz yapıyoruz. Gidip köylerden toprak numunelerini alıyoruz, ücretsiz analizlerini yapıyoruz, bu yeni dönemde hangi ürünlere yönelmeleri gerektiği ve ne kadar gübre kullanmaları gerektiği detaylarını da belirtecek ve onlara yol gösterici açıklamalarla bu hizmetimizi sunacağız.

Depremzede üreticilerimize de yem bitkileri tohumu ve kendi talep ettikleri çeşitleri içeren tohumlardan sağladık. 1500 torba yem bitkisi tohumu, 1 milyon 200 bin adet de sebze tohumunu depremzede bölgelerine ulaştırdık. Depremde Hatay kardeş şehrimiz olduğundan Hatay’a gitti.  6 tır da hayvan yemi gönderdik. Görev sahamız Hatay’dı.

 

İlk kez sizin yönetiminiz zamanında yapılmış, Tohum Toplama ve Muhafaza Merkezi va değil mi bir de?

Biz “Tohum Bankası” demedik. Yerel tohumları arkadaşlarımız öncelikle kendi bölgemiz olmak üzere topluyoruz. “Tohum Bankası” neden demedik? Parayı bankaya yatırırsınız orada unutursunuz, faizi biriksin işte para orada dursun diye. Ama tohumun yeri topraktır, üretimdir. O yüzden tohum bankası denmesi tabirini doğru bulmuyoruz biz. Sürekli alanda, olması gereken yerde, toprakta olmalıdır. Yerel Tohum Üretim ve Muhafaza Merkezi koyduk adını, üretim ve muhafaza merkezi. Kısa süreli, uzun süreli muhafazanın yanında asıl amacımız yerel çeşitlerden elde ettiğimiz fideleri öncelikle kentler olmak üzere, kent meydanları, vapur iskeleleri, metro, metrobüs durakları olmak üzere üçlü, beşli paketler halinde saksısında sunmak, kendi domatesini biberini, ne istiyorsa, terasta, balkonda çoğaltabilir. Henüz hayata geçirmeye çalışıyoruz. Büyükdere Fidanlığında, bize ayrılan kısımda yerel tohumları çoğaltmak suretiyle önce kentlilerle buluşturacağız, evinde, balkonunda, terasında, dalından koparıp unuttuğu lezzeti hatırlasın diye. O lezzeti hatırlamak isteyenlere o merkezimizde yetiştirme tohumu alma gibi ufak tefek eğitimleri de veriyoruz. Henüz faaliyete geçmedi, üretim sahası teslim edilmedi. Üretime başlayınca oraya STK’ları, okulları getirip güzel bir açılış yapmayı düşünüyoruz. Güzel bir koleksiyon meyve bahçesi yapalım, diyoruz orada, Yalova ile faaliyetli. İsteyen çiftçilerimize de en azından bahçesinin bir köşesinde üretmesi ve elindeki diğer ürünlerle karşılaştırması için veriyoruz. Hibrit tohum eleştiriliyor ama bu karşılaştırma ile bizden daha çok istemeye başlıyorlar. Pazarlarımızdaki çiftçilerle de böyle bir çoğaltım sistemine geçtik.

En çoğunu değil ama olabildiğince en sağlıklısını ve yeterli üretmek daha mantıklı değil mi bir taraftan?

Bu ata tohumundan diye fiyatını artırıyorlar. Ben belediye olarak coğrafi işaret almayı gerekli görmüyorum. Ürünün fiyatını artırıyor. Geçim sıkıntısı çeken insanlara öncelikli faydayı düşünüyorum. Sosyal hizmetler dairesi sırf bu işe çalışıyor. Oda başkanıyken en organik yerlerden aldığım on numunenin beşi pestisitli çıkmıştı. Rant amaçlı kullanılıyor, organik tarım. Herkesin sağlıklı ürüne ulaşımı çerçevesinde çalışmalıyız.

Üretici kooperatiflerine desteğiniz nasıl?

Kooperatif, birlik ve ziraat odaları, yani çiftçi örgütlerine komple makine, ekipman desteği veriyoruz ki ortak makine kullanımı sağlansın diye. İkinci beş yıllık dönemde tüm bu anlattıklarımın hepsi devam edecek. Bunlara yeni yeni şeyler ilave edeceğiz. Türkiye’deki kooperatifleri İstanbullularla buluşturmayı planlıyoruz. Sadece İstanbul’daki kooperatifler değil Türkiye genelindeki kooperatifler için de pazarda doğrudan buluşma imkânı sağladık. İki çiftçi pazarımız var. Bizim bu pazarlarımıza şehir dışından çiftçiler gelemiyor mevzuat ona elverişli değil. Ama Anadolu’dan her isteyen kooperatif, kooperatif ürünü alarak pazarımızdan yararlanma imkanına sahip ve yararlanan kooperatifler var. Artı, İBB’nin e-ticaret ağı var, Halk Market. İştirak şirketi İSYÖN tarafından oluşturulmuş. Halk Market eliyle Anadolu’da yaklaşık 300 kooperatifle irtibat kurulmak suretiyle onların ürünlerinin dijital pazarlaması da o alan üzerinden yapılıyor.

Peki, hayvancılığa geçelim şimdi.

Hayvancılık desteklerinde de önce hayvan sayılarını arttıralım şeklinde bir şey düşündük. Fakat İstanbul’un kentleşmesi, meraların yatırımlara harcanması, mevcut köylerin mahalleye dönüşmesi ve birilerinin villa yapıp “Ben bu ahırın kokusundan rahatsız oluyorum,” gibi şikayetler, hayvan sayısını çoğaltmanın pek mantıklı olmayacağı sonucunu çıkarttırdı bize toplantılarda. “En büyük ihtiyacımız yem ihtiyacı,” dediler. Yem ihtiyacı çerçevesinde de mandacılıkta kentimiz önde gelen bir kent, iyi kötü bir sığır varlığımız da var, küçükbaş hayvan varlığımız da. Hani bu sığır ve küçükbaş hayvan varlığı diğer kentlerle yarışabilecek bir düzeyde değil. Sembolik desek yeri var. Ama mandacılıkta İstanbul şu anda Türkiye’de üçüncü sırada geliyor. Biz de ilk yapabileceğimiz işlerden bir tanesi olarak sığır ve mandalar için süt yemi desteği, küçükbaş hayvanları olanlar için de kuzu besi yemi desteğinde bulunduk. Kendi merası olan, iyi kötü meradan faydalanmaya çalışıyor ama kışın özellikle yem ihtiyacını karşılayan en büyük materyal olan yem bitkisi, silajlık mısır tohumu ile hayvancılık yapan çiftçilerimizi destekledik. İlk etap desteklerimiz bu.

Bir de Halk Süt projesini başlatmıştık. 2019 Dünya Gıda Günü 16 Ekim’de, ben göreve başlayalı bir hafta olmuştu. İhtiyaç sahibi ailelerin 3-6 yaş arası çocuklarına günde bir bardak düşecek şekilde süt desteği veriyoruz. Bu da çok güzel karşılanan bir projemiz oldu.

Bu sütler hep çiftçilerden migeliyor?

Evet çiftçilerden alınıyor, ihtiyaç sahibi ailelerin çocuklarına dağıtılıyor. Yok şuna mı dağıtıyorsunuz, buna mı dağıtıyorsunuz, diye birçok siyasi şey oldu bu çalışmaya da. Arabaları boş dolaştırıyorsunuz, dediler. O sütü alan o arabanın nasıl dolaştığını biliyor, kendisine sütün geldiğini görüyor. Sadece süt projesi değil bu, sosyolog kızlarımız dağıtıyor bu sütleri. Sosyolog kızlarımız ailenin her şeyi ile ilgileniyorlar. Sütü kapısına kadar teslim ediyorlar, ne ihtiyacınız var, diye taleplerini bizzat hâl hatır sorarak alıyorlar. Çok yönlü bir proje.

Sonra kurban bayramlarında konserve kurban eti kavurması projesini hayata soktu İBB. Bu da şimdi birçok belediyemizde yapılıyor. Her eve bir kilo kavurma. Yoksul ailelere kurban kesemeyenlere. 2023 yılında 80 bin konserve dağıtıldı. Kurban konservesi, ayrıca kelle paça çorbası, ayrıca kemik ilik suyu olarak ihtiyaç sahibi ailelere dağıtılıyor.

Arıcılara yapılan destekler?

Arıcıların kooperatifleri ve birliği bizimle irtibata geçti. Bizden önceki dönemde başlamış Şile Arıcılık Merkezi’ni çok hızlı bir şekilde tamamladık. İçerisini en modern bal üretim ve arı materyali üretim makina ekipmanlarıyla donattık. Ama Şile Belediyesi ile ortak. Arazi Şile Belediyesi’ne tahsis idi. Üzerindeki binayı İBB yapıyor ve kullanımını da protokolle Şile Tarımsal Kalkınma Kooperatifi‘ne, yani arıcılıkla ilgili bir kooperatife verdik. Masraflarını biz karşılıyoruz, üretimini en modern tekniklerle onlar yapıyorlar. Ama siyaset şu açıdan kötü, yaklaşık bir seneye yakın açılışı gecikti, bu arıcılık merkezimizin. Bir çok mecliste tarım komisyonuna gittim, Şile Belediyesi’ne gittim, siyaseten mi bu işi yavaşlatıyorsunuz, yazık şu tesise, yazık içerisine aldığımız o modern ekipmanlara, yazık şurada üretim yapamayan arıcılara, diye. Sanırım dokuz ay sonunda onayları çıktı ve bir an önce hayata geçirdik. Arıcılarımıza arı yemi desteği de veriyoruz.

Şimdi su ürünlerine geçelim…

“Tekne bakım desteği verin,” dediler.Tekne bakım desteği verelim, şeklinde konuştuğumuzun 15. gününde biz talepleri toplamaya başladık. Çok kısa bir sürede, birkaç ay içerisinde, desteğimizi balıkçılara isim isim sunduk.

Her yerde küçük küçük bostanlar görüyoruz. Göztepe Parkı’nda görüyoruz, Acıbadem’de görüyoruz. İnsanlar gelip orada nasıl ekim yapabilirler?

Büyük beğeni toplamış bir diğer projemiz, halk bostanları. İki yerde açabildik, Kartal’da ve Pendik’te.  Sizin söyledikleriniz Kadıköy Belediyesi’nin. Oraya da fidesini biz veriyoruz, yardımcı oluyoruz.

Muhtarlar üzerinden çağrı göndertiyoruz, İBB’nin halk bostanlarından 200’ün üzerinde parseli var. İki yüzün üzerinde kişinin seçiminde mahalle muhtarlarıyla iş birliği yapıyoruz. Talepleri alıyor muhtarlar ve halkın katılımıyla İBB ve muhtarlığın katılımıyla açık kura çekiyoruz. Kurada kimler çıkmışsa, hangi parsel çıkmışsa, o parseli ücretsiz o kişiye teslim ediyoruz. Bir yıl süreyle. Ve kullanacağı su, fide gübre, bütün İBB’den olmak suretiyle, nasıl çalışmaları gerektiğini de bizim ziraat mühendisi arkadaşlarımız onlarla fidelerin dikiminde de bakımında da birlikte göstererek faaliyetlerini yürütüyorlar.

Peki üretimden pazarlamaya uzanan bu zinciri nasıl inşa ettiniz?

Çiftçi örgütleriyle mutlaka görüşmemiz gerekiyor, onlarla başladık. Onların çağrıda ve yönlendirmede bulunmalarını istedik. Kendimiz alandayız sürekli.

Bu kadar ciddi destek varken daha çok insan tarımla uğraşır mı? Genç nüfus da bu yönde kayar mı?

Türkiye’de gelir dağılımı gücü çok hızlı bir şekilde düşüyor. Buna karşın elde edilen gelirler de bu düşen alım gücünü karşılayacak düzeyde de değil ve tarımda daha da kötü bir durumda. Çünkü tarımın girdileri yüzde 90’a yakın ithal girdiler. Dolayısıyla dolar üzerinden fiyatlanıyor ama Türk parası üzerinden hele hele niye ucuz satılmıyor diye bir de ucuz satmanız beklenerek. Ama dolarla işleyen bir sistemden de üretiminizi devam ettirmeniz bekleniyor. Dolayısıyla ben de genç olsam ben de tarımda kalmam, aklı olan hiç kimse tarımda kalmaz. Zaten tarımda kalanlar da “Ya bu yaştan sonra ne iş yaparım? Artık bizden geçti, tamamlayayım şu ömrümü,” şeklindedir. İlk 5 yılımızı biz toprağını terk edenler ya da terk etmek üzere olanları toprağında tutmak üzere politika izledik. Sana girdilerini veriyoruz. Ek, biç. İki tane pazarımızı kurduk. Dijital pazarlama sistemimiz var. Makineye ihtiyacın var. Çiftçi örgütlerinin üzerinden makineleri sana veriyoruz. Amacımız, ikinci 5 senemizde, önce İstanbul’da olmak üzere, daha sonra komşu illerde, Marmara’ya kıyısı olan tüm illerimizi de içine alacak şekilde, İstanbul’a doğru aracısız bir gıda akışını sağlayacak sistemi oluşturmak. Tamamıyla çiftçilerin kendi kararlarıyla, kendi çabalarıyla, eğer ki bir hizmet alması gerekiyorsa da kendisi karar verecek. Tutup da birinin eline mahkûm olmayacak, kendisi karar verecek o hizmeti satın alıp almamasına. Biz bu sistemde ona ne gerekiyorsa, aracısız çiftçinin tamamıyla kendi inisiyatifinde olan gıda akışı başlatacağız.

Tarım alanlarındaki daralmayı engellemek için İstanbul çeperindeki tarım alanlarının korunması için ne yapıyorsunuz?

Tarımı nüfusa orantılandığınızda İstanbul’un nüfusu saçma sapan bir nüfus. Yunanistan’ın neredeyse iki katı. Böyle bir kenti burada yetişenlerle doyurmak mümkün değil. Bir de hani sürekli baraj kontrolü yapıyoruz ya, yok yüzde 20’ye düştü, 17’ye düştü falan. İstanbul’da aslında yağış ya da su problemi yok. İnsan problemi var. Tutup da bütün ülkenin insanını bir ülkenin nüfusundan daha fazla olacak şekilde bir yere doldurursanız, buraya sürekli 365 günde yağmur yağsa kardeşim su sorununu halledemezsin. İstanbul’un yağış ortalaması Türkiye’nin yağış ortalamasından daha fazla. Sorun su sorunu değil, insanların kümeleşmesi sorunu.

O yüzden Marmara illerinden tedariği önemsiyorsunuz?

Tabii. “Ama biz niye destekliyoruz?” sorusuna şöyle bir cevap veriyorum. İstanbul’da rant amaçlı betonun hızı çok hızlı topraklar üzerinde yürüyor. O insanlar topraktan para kazandıklarını görebilsinler, betona çok kolay teslim etmesinler diye biz destekliyoruz.  “Aaa İBB yanımda ben bu işten para kazanabiliyorum,” dediği anda müteahhit geldiğinde bir kere daha düşünür. Ama bizden önce hiç düşünmüyordu. Şimdi Kanal İstanbul’un yapılması demek, hadi yapılan yeri geç etrafında yapılaşmanın olması demek. Ekrem İmamoğlu zaten Kanal İstanbul’a kentleşmenin artması açısından da karşı. Dolayısıyla başımızda tarım arazilerinin tarımda kullanılması gerektiğinin bilincinde olan bir belediye başkanı var.

Merak ettiğim bir konu da Kent Lokantaları. Kent Lokantalarındaki ürünler ne kadar sağlıklı?

Ben belediyede yemekhanesinde çıkan yemekleri yiyorum. 90.000 kişiye yemek çıkartıyor İBB. Kendisi yemeklerini üretiyor. Dolayısıyla benim yediğim yemek ne kadar sağlıklı ise Kent Lokantasında yemek yiyen arkadaşların da yemeği o kadar sağlıklı.

Tedariğiniz nereden?

En kaliteli şeyi veriyoruz biz. Tarımdaki desteklerimiz de en kaliteli, halk sütün sütü de en kaliteli. Gıda denetim uzmanlarımız var. Hem fabrikasından gelen rapor hem de Tarım Bakanlığının kendi laboratuvarından çıkan rapor gelmeden de o sütleri dağıtmıyoruz. Çünkü çocuklardan bir tanesine bir şey olsun istemeyiz, onun vebalini çevirebilmek mümkün değil. Dolayısıyla Kent Lokantalarındaki yemekler son derece kaliteli. İBB’nin kendi personelinin yediği yemeğin kalitesi neyse oradaki kalite de aynı. 40 TL olmasının sebebi de şudur; kesinlikle zarar ederek satılan bir yemektir.

Peki, sokak hayvanları için neler yaptınız? Onun sorumluluğu da sizin dairenizde değil mi?

Şöyle, sokak hayvanları konusunda İstanbul’da en güçlü yapı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde. 6 tane barınağımız ve hayvan hastanemiz var. Haftanın 7 günü 24 saat üzerinden çalışıyor iki tanesi. Bu yakada Tepeören, Avrupa yakasında da Kemerburgaz bakım evlerimiz, haftanın 7 günü 24 saat çalışıyor.

Şimdi özellikle sokak hayvanları meselesi toplumu ikiye bölmüş durumda.

Hayvanlar bir arada yaşayamazlar birbirlerini parçalarlar. Onların doğasında belli bir sayının üstüne çıktığında savaş başlıyor. Bu hayvanların saldırganlaşmalarını, çeteleşmesini önlemek için sayılarını belli bir oranda tutmak gerekir. Bunun da en iyi yolu kısırlaştırmadır.

Biz İBB olarak sokak hayvanları için kısırlaştırma yapıyoruz düzenli olarak. Kısırlaştırma ve her tür tedavileri. Kemik kırığı tedavisinde Türkiye’de en uzman kadro İBB’nin kadroları. Hastanelerde bulamayacağınız ekipmanlar var. Entübe de dahil. Artı, kanser ön tanı cihazları da getirdik sokak hayvanları için. Yani hastalığı ilerlemeden önce taramalara da başladık. Vetbüslerimiz var iki tane. İç dış parazit, hafif yollu müdaheleler, sağlık ocağı gibi yapıyoruz. Barınak ve hastanelerimizde zaten her tür ağır müdahaleler en uzman kadrolar tarafından yapılmakta.

Diyelim ki bir yerde iç dış parazit sorunu gördük sokak hayvanlarında. Ya da acil müdahale gerekiyor. O zaman hangi numarayı aramalıyız?

Beyaz Masa’ya söylenebilir. Vetbüsün hangi meydanda, hangi tarihte olduğu belediye web sitesinden takip edilebilir. 

Beslenmeleri konusunda nasıl bir destek veriyorsunuz?

Beslenmeleri konusunda da ilçe belediyelerinin kendi bölgelerinde besleme noktaları var. Biz genellikle kent çeperlerinde olan köpeklere yaz, kış 1000’e yakın noktada aç kalmasınlar diye mama desteğinde bulunuyoruz.


Bu İÇERİĞİ Paylaş!