Mahkeme Salonlarında Anlatılan “Sağlıkta Dönüşüm”ün Hikâyesidir!


  • Aralık 05, 2024
  • 619

Bakırköy 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen, yenidoğan yoğun bakımlarında para için bebeklerin canlarını hiçe sayan çeteye yönelik davada mahkeme ara kararını açıkladı. 22’si tutuklu 47 sanığın yargılandığı davada mahkeme heyeti 7 tutuklama kararı daha verdi. İstanbul Tabip Odası, 5 Aralık 2024 Perşembe günü, Bakırköy Adliyesi önünde “Mahkeme salonlarında anlatılan sağlıkta dönüşümün hikâyesidir!” başlıklı bir basın açıklaması yaparak çeteyle birlikte piyasacı sağlık sisteminin de yargılanması talebini dile getirdi. Eylemde konuşan İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu şunları söyledi:

“Bu davayı çok önemli ve değerli buluyoruz. Kişisel suçların da cezalandırılması da bir cezasızlık algısının oluşmaması için ayrıca önemli. Çünkü ortada ciddi suçlar var. Bu görünen buz dağının sadece ucu, altında çok daha büyük bir sağlık skandalı yatıyor. Bunu aslında herkes biliyor ama bu işi sadece burada yargılanan 47 kişi üzerinden kapatmak gerçekten vicdanımıza sığmıyor. Sağlıkta dönüşüm aslında bir projenin adı. Bu proje AKP hükümeti tarafından yürürlüğe sokuldu. Bu proje bir Dünya Bankası projesi. Türkiye’ye dayatıldı. ‘Bunu uygularsanız size kredi verir, ödenek sağlarız’ diyerek Türkiye bu yola sokuldu. Ve AKP hükümeti bunun bütün basamaklarda oluşmasını sağladı. Aile hekimlikleri birinci basamak ayağı, daha sonra bunun finansman modeli Genel Sağlık Sigortası var. Yani herkesin vergileriyle oluşan bir bütçenin dışında ayrıca da prime dayalı bir sistem getirildi. Bu da yetmiyor; katkı payı, katılım payı ödüyoruz. O da yetmiyor; özel hastanelerden hizmet alınmasına olanak veriyor sanki iyi bir iş yapılıyormuş gibi. Oraya gittiğinizde de resmi rakamlarda yüzde 200, gerçekte çok daha fazla ilave ücret ödemeleri var. Bu aynı zamanda da hizmet satın alma, hem kamu kurumlarından hem de özelden hizmet alma yoluyla bir sağlık hizmeti şeklinde yürüyen bir sistem. Sanki, ‘özelden sağlık hizmeti alınıyor özele karışamayız’ gibi anlaşılmasın. Siyasi iktidar, Sağlık Bakanlığı gerekirse muayenehanelerin kapılarının kaç santim olması gerektiğine kadar müdahale ediyor. Özel muayenehanede çalışan, kamuyla hiçbir alışverişi olmayan, özel işlem yapan ve bunun karşılığında hastasından özel olarak para alan, Sosyal Güvenlik Kurumu dışında hizmet veren bir muayenehane hekiminin hangi hastanede işlem yapabileceğine kadar karışıyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu’na hizmet satan özel hastanelerde çalışan hekimlerin şirket kurarak çalışması bir kanunla neredeyse zorunlu hale getirildi. Şimdi davada konuşuluyor; sanki burada şirket kurulması suçmuş gibi. Halbuki bunun yolunu açan, bunu bir istisna değil kural haline getiren kanun çıkardı bu hükümet. Yani şirket kurarak çalışmak, hekimlerin çoğunun tercihi değil. Bu neredeyse zorunlu hale gelen bir şey. Tabii ki suiistimale açık bir durum var ortada; ciro, hakkediş, yüzde var. Bunların hepsi bu sitemin yarattığı kavramlardır. Dolaysıyla bu sistemi, bu yönetmelikleri, bu kanunları çıkaran, adını da söyleyelim, AKP hükümeti, siyasi iktidardır. Evet yine tekrar söyleyelim; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Recep Tayyip Erdoğan siyasi sorumludur.

Bu davayı sadece buradaki 47 kişinin omuzlarına yüklemek ve buradan kurtulmak gerçekten vicdansızlıktır. Elbette bu yargılama sonucunda, adil bir yargılama olacağına inanıyoruz, hak edenlerin ağır cezalara çarptırılmasını da bekliyoruz. Aynı zamanda biz İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği olarak kanunların bize verdiği yetkiyle disiplin soruşturması da yürütüyoruz. Bu davaya bizim ilgimiz bitmeyecek. Basından ve kamuoyundan bu davaya dikkatlerin hiç bitmemesini talep ediyoruz. Burada yaşamanı kaybeden bebekler var, bunun yanında hastaneye yapılan bütün işlemlerle ilgili ortaya çıkan istenmeyen sonuçlar var. Hekimler ve sağlık çalışanları adeta töhmet altında bırakıldı, bu da sağlık hizmetini engelleyen bir durum. Sağlıkta dönüşümün yarattığı şeylerden biri de hasta ile hekim arasındaki güven ilişkisini bozması, kırmasıdır. Ben inanıyorum ve biliyorum ki, büyük çoğunluğumuz özveriyle çalışıyoruz. Büyük bir mesleki etik duygusuyla çalışıyoruz. Özellikle yoğun bakımda prematüre servislerinde çalışan meslektaşlarımız büyük bir baskı altında bu baskıyı hissetmesi gereken siyasi iktidar hissetmiyor bunu biz hekimler hissediyoruz. Bu olayın siyasi sorumlularının da hesap vermesini, bundan ders çıkarılarak bir başka sağlık sisteminin kurulmasını istiyoruz. Herkese eşit, ücretsiz, nitelikli bir sağlık sistemi kurulması gerekiyor. Ülkenin bütçesi, koşulları ve insan gücü buna yeterlidir.

Eylemde açıklama yapan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ertuğrul Oruç da çeteleri sistemin yarattığını şu sözlerle vurguladı:

“İstanbul Tabip Odası olarak duruşmaları yakından izledik, birebir de katıldık. Gözlemlediğimiz şuydu aslında; savcının ve mahkeme heyetinin mevcut 47 sanığın ve adı geçen hastanelerin müdürlerinin yalnızca bu yaptıkları, dar şekilde yaptıkları alana dair sorular sorduğunu tespit ettik. Yalnızca bununla ilgili, iddianamede yer alan tepelerle ilgili, sözcüklerin anlamlarıyla ilgili, ne demek istedikleriyle ilgili pek çok soru soruldu. İstanbul Tabip Odası olarak başından beri iddiamız bu aslında; çete davası denen dava sadece 9 hastaneyle ve bu 47 sanıkla ilgili değildi. Evet kişisel suçları var, olası bir ceza da alacaklar gibi görünüyor ama esas bu çetenin büyüyüp gelişmesini, bunu yapmasını sağlayan bir sistem de vardır ortada. ‘Sağlıkta dönüşüm’ adı verilen sağlığı piyasalaştıran, taşeronlaştıran, ticarileştiren bu sisteme karşı mücadelemizin aslında en ağır sonucunu burada görmüş olduk. Bizim iddiamız, bu sistemin çeteleri yarattığıydı ve gönlümüzden geçen de bu davanın bu sistemin ayaklarına, bu sitemi uygulayanlara dair bunun genişletilmesiydi. Ancak bunu göremedik. İşin bir diğer yönü, sağlıkta dönüşümün ilk aşaması olan birinci basamağa aile hekimlikleri getirildi. Buna dair de aslında bu davadan nasıl ders çıkarılmadığını da bizzat yaşamış olduk. Yenidoğan çetesi denen dava kamuoyuna yansıdıktan sonra aile hekimliğine ilişkin yönetmelik çıkartıldı. Biz buna ‘eziyet yönetmeliği’ diyoruz. Kasımda yürürlüğe girdi bu yönetmelik ve aile hekimliklerini, birinci basamağı daha fazla piyasaya açan bir olanağı yaratmış oldu. Buna dair aile hekimlerimizle, aile sağlığı merkezlerinde çalışan sağlık emekçilerimiz kasım ayında 3 günlük bir uyarı grevi yaptı, bakanlığı uyardı, dedi ki; sizin bu uygulamalarınız sağlıkta dönüşüm programınız bu çeteyi yarattı, aile hekimliklerini de buna benzetmeyin, bu yönetmeliği geri çekin. Fakat bakanlık buna kulaklarını tıkadı, çekmedi. Aile hekimlerimiz de aile sağlığı elemanlarıyla beraber 5 günlük iş bırakma eylemindeler bunun için.”

Eylemde İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Emrah Kırımlı da söz aldı. Dr. Kırımlı şöyle konuştu:

“Biz 1 ay önce 3 gün iş bıkama eylemi yaptık. Sağlık Bakanlığı utanmazca bir şekilde, bir etkisi olmadığını söyledi ama yaptığı çalışmalardan ne kadar etkili olduğunu gördük. Bu bir ay içinde Sağlık Bakanlığı sadece para konuştu çünkü sağlığa bakışları sadece para üzerinden. Biz sağlık hakkı, emeğimizin hakkı, diyoruz. İnsanların sağlığa erişimi için bu mücadeleyi yapıyoruz. 5 gün büyük bir katılımla iş bırakıyoruz. Bir önceki iş bırakmada 3 günde İstanbul’da 1149 aile sağlığı merkezi (ASM) var Sağlık Bakanlığı tüm bu ASM’lere günde iki defa denetime gitti, iş bırakmaları denetlemek, baskı yapmak için. 3 günde 5 binden fazla denetim yapabilen Sağlık Müdürlüğü var İstanbul’da. Bebek ölümlerini görmediğini, sonradan fark ettiklerini söylüyorlar. Bir bebek ya da bir anne öldüğü zaman o bebeği, o anneyi gören tüm hekimler bir araya gelir ve bu ölümün neden olduğunu, bir daha olmaması için neler yapılması gerektiğini tartışır, konuşur. Bu ölümleri görmediğini söylemek imkânsız. Gördükleri, bildikleri, seyirci kaldıkları ölümlerle karşı karşıyayız. Biz ASM’leri güçlendirin, sağlığı koruyun, diyoruz. Türkiye’de 2024 yılında 5 bebek boğmacadan öldü, Sağlık Bakanlığı aşıyı getirmediği için. Bu aşı Türkiye’de üretiliyor ama bize kullandırılmıyor. Buradan bir kez daha sesleniyoruz; biz sağlık hakkı için ve emeğimizin hakkı için mücadeleye devam edeceğiz. Bebekler ölmesin, insanlarımız ölmesin, cebinden para harcayıp sağlığa ulaşmak zorunda kalmasın ve hep beraber yeni bir sağlık siteminde hepimizin sağlığının korunduğunu, emeğimizin korunduğu bir sağlık siteminde çalışabilelim diye iş bırakıyoruz. Mücadelemiz devam edecek.”

Dr. Feray Kaya’nın okuduğu basın açıklamasıysa şu şekilde:

Mahkeme salonlarında anlatılan “Sağlıkta Dönüşüm”ün hikâyesidir!

Yenidoğan bebeklerin canına kastettiği iddia edilen 47 sanığın davası 18 Kasım’dan beridir devam etmekteyken dün gece verilen ara kararla tutuklu bulunan 22 sanığın tutukluluk halinin devamına, tutuksuz yargılananlardan 7 sanığın tutuklanmasına karar verilerek duruşma 13 Ocak 2025’e ertelendi.

Duruşmalar sırasında savcı ve hâkim sanıklara olayla sınırlı ve kişisel pek çok soru sordu. Doktorların hasta başı yüzde ile ciro hesabıyla, taşeron şirket üzerinden, pek çok hastaneye aynı anda hizmet vererek çalıştıkları mahkemede verdikleri ifadelerle açığa çıktı. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin yenidoğan uzmanı, nitelikli sağlık çalışanı, tıbbi malzeme eksiklerinin olduğu itiraf edilmiş oldu. Hastane yöneticilerinin tüm bu süreçten haberdar oldukları ve bizzat razı geldiklerini, olayın yenidoğan yoğun bakımları ile sınırlı olmadığını tekrar öğrenmiş olduk.

Mahkeme salonlarında, doktorların ve olaya dahli olan sağlık çalışanlarının her türlü kişisel detayı tartışıldı. Ama mahkeme heyeti ısrarla sorularını bu dar çerçevede tuttu.

Kamuoyunda bu cevaplar şaşkınlıkla karışık öfkeyle karşılandı. Bebeklerin canlarının söz konusu olduğu yenidoğan yoğun bakım hizmetleri kâr-rant-para odaklı kurgulanmamalıydı. Evet, çok doğru, kurgulanmamalıydı. Ama ne yazık ki, sadece yenidoğan yoğun bakım hizmetleri değil tüm bir sağlık sistemi bunun üzerine kurgulanmış durumda!

O nedenle biz, İstanbul Tabip Odası olarak söz konusu davaya konu olan suçları yalnızca kişisel olarak görmüyoruz. Evet, bu kişiler suçlu, ya bu sistemi kuranlar? Yasa ve yönetmelikleri hazırlayanlar, kamu hastanelerinde yeterli yoğun bakım ünitesi kurmayıp bu hizmetin yarıdan fazlasını özel hastanelerden hizmet alımı şeklinde yürütenlerin suçu yok mu?

Suçu yalnızca kişilerde bulunca sistemi düzeltme fırsatı da kaçırılmış oluyor. Gidişatı bu şekilde olursa bu davadan en ufak bir ders bile çıkarılmayacak. Ders çıkarılmayacağının ve çıkarılmak da istenmediğinin acı ama ibretlik kanıtı Kasım ayı başında çıkarılan Aile Hekimliği’ne dair ucube yönetmeliktir.

Dünya Bankası tarafından dayatılıp ve AKP hükümeti tarafından 2003 yılında uygulamaya konulan “Sağlıkta Dönüşüm Programı”’nın birinci basamak ayağı olan Aile Hekimliği Türkiye modelinin önemli eksikleri ve yanlışlıkları olduğunu hep söyledik. Kamusal bir hizmet olan birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi, fiziki ve tıbbi donanımının kamu tarafından sağlanması, çalışanların tümünün kamu personeli olması, aile hekimine bağlı kişi sayısının azaltılmasını, emekliliğe yansıyan ve insanca yaşamaya yetecek tek kalem maaş şeklinde ücret verilmesini talep ettik. Buna karşılık hükümet en iyi bildiği şeyi yaptı eksiklikleri düzeltmek yerine daha kötü duruma getirecek değişikler yaptı. Sabit ücretleri azaltarak performansa dayalı ödeme ile bu kaybı telafi edecek garip formüllü bir ödeme modeli, reçete kısıtlaması yoluyla mesleki özerkliğe müdahale, sözleşme iptalini tehdit haline getiren düzenlemeler alelacele yürürlüğe konuldu. Aile hekimliği çalışanları “Eziyet” yönetmeliği adını verdiğimiz bu yönetmeliğin geri çekilmesi talebi ile kasım ayı başında 3 gün iş bıraktı. Talepleri karşılanmadığı için bu hafta 5 günlük iş bırakma eylemi yapıyor arkadaşlarımız. Buna karşılık olarak hükümet bu kez meclise sunduğu yasa önerisi ile Aile Hekimliklerini güya iyileştirme yapıyormuş gibi adeta resmî ticarethane hâline getiriyor. Bazı raporları ücretli hale gelecek, aile hekimleri mesai sonrası ücret karşılığı (suiistimallere çok açık olan, kanıta dayalı olmaktan uzak, bilimsel açıdan faydadan çok zarar verme potansiyeli taşıyan) geleneksel ve tamamlayıcı tıp (GETAT) hizmetleri verebilecek, yabancı uyruklu kişilere paralı hizmet verilebilecek. Bu görülmekte olan davadan ders çıkarılmadığının daha iyi bir kanıtı olabilir mi?

Sağlık kuruluşlarını ticarethane, hastayı müşteri haline getiren “Sağlıkta Dönüşüm Programı” mahkûm edilmedikçe önümüzdeki günlerde Aile hekimliği sisteminde GETAT çetesinin de, rapor çetesinin de çıkmayacağını kimse garanti edemez!

İşte bunun için İstanbul Tabip Odası olarak diyoruz ki:  

  • Görünürdeki suçluların yargılanması ve hak ettikleri cezalara çarptırılmaları yetmez. Hem bu mahkeme salonlarında hem kamuoyu vicdanında piyasacı sağlık sistemi ve uygulayıcıları da yargılanmalıdır.

 

  • Kamu hastanelerinde yoğun bakım yatak kapasitesi yeterli düzeye çıkarılmalı, SGK’nin özel hastanelerden hizmet satın alma uygulamasına yoğun bakım hizmetlerinden başlamak üzere bir an önce son verilmelidir.

 

  • Skandala adı karışan hastanelerin ruhsatı iptal edilmiş, faaliyetleri durdurulmuştur. Yakın zaman önce kayyım atandığı kamuoyuna yansımıştır. Oysa yapılması gereken bu hastanelerin kapasitesinden kamunun yararlanması adına kamu denetiminde açılmaları, oluşan maddi-manevi zararların bu yolla karşılanması ve skandala adı karışmamış ancak işsiz kalarak mağdur olan hekim ve sağlık çalışanlarının hak kaybına uğramadan kamuda istihdam olanaklarının yaratılmasıdır.

 

  • Başta en son çıkarılan Aile Hekimliği yönetmeliği olmak üzere “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın getirdiği sağlığı ticari hale getiren düzenlemeler derhal geri çekilmelidir.

Sağlıkta çetelere bağışıklığın yolu bozuk sistemi düzeltmekten geçmektedir. İstanbul Tabip Odası olarak sağlık hakkı mücadelemizi bu perspektifle sürdürmeye devam edeceğiz.

İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu

 

 

 

 

 


Bu HABERİ Paylaş!