EĞİTİM VEREN DOKTORA SORUŞTURMA !


  • Ağustos 25, 2010
  • 4851

Şişli Etfal Hastanesi acil servisinde darp edilen iki hekim ve bir hemşire için düzenlenen basın açıklamasının hemen dönüşünde konuştuk İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan’la. Sıcağı sıcağına hekimlere yönelik şiddetten başlayıp, Tam Gün Yasasi'na, sağlık sisteminin açmazlarına, sağlık hizmetinden faydalananlara ve hizmeti üretenlerin (hekimlerin) diğer sorunlarına göz gezdirip total bir “sağlık sistemi” analizi yaptık.

"Eğitim ve araştırma yerine üniversite doktorlarından sadece hizmet bekleniyor" diyerek tam gün yasasının götürülerini özetleyen Aktan'la yaptığımız söyleşiden birkaç satır arası çıkarmak gerekirse; birincisi insanlar sağlık hakkından faydalanamadıkça doktorlara ve sağlık personeline şiddete yöneliyorlar. -ki hekimlerin meslek örgütünün başındaki doktor da bunu böyle açıklıyor-, ikincisi sağlık paralılaştıkça insanlar acil servislere yöneliyorlar. Çünkü yeni Sosyal Güvenlik Yasası’na göre sosyal güvencesi olmayanlar sağlık hizmeti için nerde olursa olsun para ödemek zorunda.

Dolayısıyla zaten çoğu kayıtdışı çalışan ve krizle birlikte de işsiz kalanların sayılarını düşündükçe, acil servislerin durumunu siz hayal edin artık! İnsanlar “benimki daha acil, hayır benimki daha acil” diye kavga bile ediyor muayene kuyruklarında. (Ki bu çok olağan bir sonuç!) Bir de o hınç ve birikimle (çünkü mevzu bahis insan canı) bir de karşısına günde yüzlerce hastaya bakmak zorunda olan ve en fazla artık kaç dakika ayırabilecekse o hastaya, maksimum o kadar vakit ayıran (çünkü sırada niceleri var) bir sağlık personeliyle, hasta ya da hasta yakınının karşı karşıya kaldığını düşünün.

Ha bir de performans sistemi getirip, hekime, “ne kadar hasta bakarsan o kadar para kazanırsın”ı dayatan sistem de cabası. Bir hekimin maaşı ne kadar sanıyorsunuz? Uzman bir hekimin maaşı yalnızca 1500 lira. Hayatının en verimli döneminde herkesi sollayıp ÖSS’den bilmemkaç puan al, tıp fakültesine gir. Harçları bile asgari ücretin bilmemkaç katı olan harçlarla 6 yıl oku. Aylarca (hatta yıllarca!) TUS denen sınava gecelerini gündüzlerini, hatta ruh ve beden sağlığını ver. O sınava girenlerin sadece yüzde 5’ini oluşturan şanslı azınlktan olup uzmanlığa hak kazan. Eğitimini devam ettirmen için sana gösterilen eğitim hastanesi denen kurumlarda, eğitim göreceğine sağlık hizmetinin yüzde doksanını üreten ucuz asistan emeği ol. Git, suyu bile akmayan, ama adına hastane denen, doğudaki insanlara reva görülen hastanelerde cengaverce tek başına “mecburi hizmet” yap gel, askerde bir 15 ay da geçirdikten sonra al sana bu kadar maaş.

Ee, sonra senin doğurmadığın ve sürdürmek istemediğin sağlık sisteminin sonuçlarını tokat yiyerek, bıçaklanarak, hatta ölerek öde. Velhasılı kelam doktorluk bizim bildiğimiz ya da Sağlık Bakanı’nın söylediği gibi bir iş değil!

ŞİŞLİ ETFAL’DE DAYAK!

Şişli Etfal Hastanesi’nde geçen hafta içinde iki hekim ve bir hemşire ciddi şekilde darp edilmiş. Bunların hepsi de acil serviste oluyor. Acil servisler çok tatsız durumda. Yani iş yine sağlık sisteminize dayanıyor. Şu anda, sağlığın tek satın alıcısı Sosyal Güvenlik Kurumu. Sosyal Güvenlik Kurumundan sağlık hizmeti alabilmeniz için önce ‘sigortalı’ bir işinizin olması ve prim ödemeniz gerekiyor. Ama Türkiye’de çalışanların yarısı zaten kayıt dışı; sigortasız. Onun için sağlığa ulaşımları da yok. Herhangi bir polikliniğe gitmek istediğinizde sigorta isteniyor şimdiki sistemde. Ama acil serviste öyle bir şart yok. Dolayısıyla acil servislere ciddi bir yığılma olmaya başladı.

“ÇOCUĞUNUN 38 DERECE ATEŞİ VARSA, BU ACİLDİR”

Acil olmasa da, acil servise gelmeyi tercih eder bu durumda hasta?

Sigortası olmayınca gideceği tek yer kalıyor maalesef. Orada mesela ‘acilsin, acil değilsin’ kavgası çıkıyor. Tabii hekim gözüyle acil farklı, hasta gözüyle farklı. Şunu da anlayışla karşılamak lazım; çocuğunun 38 derece ateşi varsa, bu onun için acildir. Karşılarında ilk gördükleri kişiyle şiddet zoruyla çözmeye çalışıyorlar. Sağlık Bakanı ve Başbakanın da hassas davranması lazım. Çünkü hekim imajı da erozyona uğradı insanların gözünde. Bu işi sadece ticarete döndürdüğünüzde kimseye faydası olmaz. Sağlık Bakanının açıklamaları zaman zaman hekimleri zor durumda bırakıyor. Mesela en son “paragöz doktorlar” diye haber çıktı.

Hekim ve hastayı karşı karşıya bırakacak bir söylem değil mi bu ama?

Katılıyorum. Hekimler de insanca yaşamak istiyor. Bu seneki üniversite sınavlarına bakın, bir tıp fakültesine girmek için yüzde 1’e girmek yetmiyor. Üstelik de bu insanlar o süzgeçten geçip o okula gidiyorlar. Okul bittikten sonra mecburi hizmet yapıyorlar. Arkasından uzmanlık eğitimi için Tıpta Uzmanlık Sınavı’na (TUS) giriyorlar. TUS’a girenlerin de ancak yüzde 10’u uzmanlık alanlarına yerleşebiliyorlar. Yani iyi kötü bir hekim bunların hepsini bitirdiğinde 40 yaşına geliyor. Dolayısıyla, artık insanca yaşamayı istemesi de hakkı olmalı. Ama her fırsatta hekimlerin parasıyla uğraşmak topluma hedef göstermek oluyor.

Döner sermaye nasıl bir sistem? Çünkü orda da “doktorlar cebini dolduruyor” diye bir genel kanı var…

Önceden üniversite hastanelerinde olan, şimdi artık Sağlık Bakanlığı hastanelerinde de olan bu sistem bir “performans” sistemi. Bu sistemde hekimler yaptıkları işe göre; baktıkları hastaya, yaptıkları ameliyata göre para kazanıyor. Ortalama ne kazanıyorlar? Mesela bir pratisyen hekim (maaşı bin liradır ortalama) maaşına ek olarak 2 bin lira kazanıyor bu uygulamada. Uzman hekime devlet bin 500 lira maaş veriyor, ortalama performansla aldıkları para 3 bin 500- 4 bin lira civarındadır. Klinik şef ve şef yardımcıları biraz daha üstünde alır. Ama kimse astronomik rakamlar almaz. Bu sisteme hep karşı çıktık biz. Çünkü iş ahlakını da bozuyor. Yani “ne kadar ameliyat yaparsanız o kadar para kazanırsınız” dendiği zaman “gereksiz ameliyatlar mı” soruları ortaya çıkıyor.

BİR HASTAYA 2 DAKİKA!

Bir de hasta bakma kısmı var. Mesela bir pratisyen hekimin aylık 2 bin lirayı hak edebilmesi için minimum günde 120 hasta bakması gerekiyor. Günde 120 hastayı 8 saate bölersek 15 hasta, bunu da 60 dakikaya böldüğünüzde 4 dakika. Bunun içinde yemek, tuvalet ve diğer ihtiyaçlar yok. Ortalama 2 dakika diyelim o zaman. Bir hastaya 2 dakika! 2 dakikada bir hastaya nasıl bakarsınız? İşte bu verilen sağlık hizmetinin kalitesini gösteriyor. 2 dakikada hekim, hastaya “neyiniz var” der, o da (mesela!) “karnım ağrıyor der.” O sırada hekimin kafasından karın ağrısı yapan 4-5 hastalık geçer. Ayrıntıyı soracak zamanı yoktur. Ve de bu (ihtimal) hastalıkların hepsine birden iyi gelecek bir takım ilaçlar vermeye çalışır. Dolayısıyla da 6-7 kalemlik bir reçete çıkar ortaya. Bu bize nasıl yansıyor? Şöyle; bizim sağlık harcamalarımız içinde ilacın payı yüzde 42. Normal ülkelerde bu oran yüzde 11. Yani bizde inanılmaz bir ilaç tüketimi var. Ama ilaç şirketleri bundan çok memnun. Bir de bütün bu ilaç sanayi yurt dışı menşeli. Mesela AKP döneminde ilaç alımı çok kolaylaştı. Eskiden uzun kuyruklar olurdu. Ama bunun sonucu bize yüzde 42 olarak dönüyor.

Bu sistem sağlık üretiyor mu peki?

Zaten bu sisteme karşı çıkmamızın en büyük nedeni “tedavi edici hekimliği” besliyor olması. Efektif bir yöntem değil. Koruyucu sağlık hizmeti çok daha efektif, çok daha ucuz. İnsanların hoşuna giden bir şey daha var mesela; isteyen istediği hastaneye gidiyor. Sevk sistemi yok. Üniversite hastanesine gidebilirsiniz, özel hastaneye gidebilirsiniz. Halbuki sağlık sistemlerinde bir basamaklandırma olması gerekiyor. Birinci, ikinci ve üçüncü basamak. Birinci basamak aile hekimliği veya sağlık ocakları. Birinci basamakta biliyoruz ki sağlık hizmetlerinin yüzde 80’i çözülür. Hem de ucuza ve etkili şekilde. Çünkü orada sıra beklemez, çabuk erişir, vs. Ama bizde bu basamaklandırma sistemi ortadan kaldırıldı.


“KENDİME DE ÖZEL SAĞLIK SİGORTASI YAPTIRACAĞIM”

Bunu niye yapmıyorlar, çok daha az maliyetli…

Diğeri daha popülist çünkü. Seçimde AKP’nin aldığı oy oranında sağlıkta yaptıklarının da etkisi çok bence. 1 Temmuz’da bu basamaklandırma sisteminin tekrar yürürlüğe girmesi gerekiyordu mesela. Bilinmeyen bir süre daha ertelendi.

Bilinmeyen derken?

Hiçbir açıklama yapılmadı. Artık ortada bir Sosyal Güvenlik Kurumu var. SGK bu işin finansmanını sağlayan kurum. Parayı nerden elde edecek? Genel Sağlık Sigortası fonundan. Bu bir havuz diye düşünelim. İnsanlar prim ödeyerek bu havuzu dolduracaklar. Ve bu havuzda biriken parayla da SGK kamu ve özel sektörden sağlığı satın alacak. Sistem bu. Ama o havuzun nasıl dolacağına kimsenin aklı gelmiyor. Türkiye’nin yarısı zaten kayıt dışı çalışıyor. Bir de kriz var; işi olanlar da işini kaybetti. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verilerine göre Türkiye’nin sağlık harcamaları yıllık 40 milyar lira civarında. Bunun yüzde 71’ini SGK karşılıyor. Geri kalanını insanlar cepten ödüyor. SGK ve GSS havuzu bu işe yetmeyecek. Katkı payı adlı altında yavaş yavaş artırılan ödemeler var. İlaçların bir kısmı geri ödeme listesinden çıkarılıyor. İnsanların cepten ödemeye doğru gittiği bir sistem oluyor. Ben bile özel sağlık sigortası almayı düşünüyorum artık. GSS diyor ki, ödediğiniz primlerle sadece temel teminat paketinde yer alan sağlık hizmetlerini alırsınız. Yani paranın yeteceği şeyleri bu pakete koyuyorlar sadece. Bu paketin çok kısıtlı olacağı ortada. Her şey bilgisayar sistemine girmek zorunda ve sistem ilk olarak parayı soruyor.

Bunun tek olmazsa olmazı devletin sağlığa kaynak ayırması anladığım kadarıyla.
Bence çok güzel özetlediniz. Bu AKP’nin kendi programı da değil. Birçok ülkede IMF ve Dünya Bankası güdümlü projeler bunlar. Diyorlar ki, siz devlet olarak sağlığa çok para harcıyorsunuz, harcamayın. Özel sektöre verin. ABD’de bile Obama’ya seçimi kazandıran şeylerden en önemlisi sağlık konusundaki vaatleri. Ama tabii ABD’de kişi başına 40 bin dolar, bizde ise 5 bin dolar düşüyor.

HÜKÜMET DOKTOR SAYISINI ARTIRIP SAĞLIĞI DÜZELTECEĞİNİ SANIYOR

Sağlık sistemi en düzgün işleyen yerler neresi?

Küba ve İskandinav ülkeleri. Ve OECD ortalamasının altında harcamalar yaparak bunu sağlıyorlar. Araştırmalara göre gelir dağlımı ne kadar adaletliyse, sağlık verileri o kadar iyileşiyor. Çünkü sağlık, toplumsal yaşamın tamamının sağlıklı örgütlenmesiyle mümkün. Sosyal bir olgu. Bir de yardımcı sağlık personeli ve altyapı çok önemli. Ve bizde maalesef bu yeterli değil. Doktor sayısını artırmak en son düşünülecek şey. Tıp fakültelerinin sayısı arttı, bunun sonunu merak ediyorum doğrusu.

Check-Up nasıl bir sistem? Bir sürü insan çok doğru buluyor?

Bir örnek vereyim; Mesela kadınların meme muayenesi (mamografi) çektirmesi gerekiyor. Türkiye’deki meme kanseri oranı Avrupa’dan daha düşük. Batıya doğru gittikçe meme kanseri görülme sıklığı artıyor. Sağlık Bakanlığı kendi sitesinde ilk mamografi çektirme yaşını 50 olarak öneriyor. Bu geç bir yaş değil bizim rakamlara baktığımız zaman. Ama işi check-up’a getirdiğinizde, yani ticaret söz konusu olduğunda 30 yaşında mamografi çektirebiliyorusunuz. Tamamen kaynakların da savrulması. Burada Sağlık Bakanlığı, TTB ve uzmanlık derneklerine görev düşüyor. Hangi tetkikler, hangi yaşta, ne sıklıkla yapılmalı, kılavuzlar yayınlanmalı ve halkın buna ulaşımı yaygınlaştırılmalı. Tutup da 20-30 yaşındaki insanlara check-up yaparsanız, bunun bir “para tuzağı”na doğru gittiğini söylemek mümkün olur. Maalesef sağlık verilerini bize “firmalar” temin ediyor ve dünyadaki ilaç pazarı 7 şirketin elinde. Ülke verilerine ihtiyacımız var.


EĞİTİM VEREN DOKTORA SORUŞTURMA AÇILIYOR

Yeni bir uygulama olan Tam Gün Yasası’nı açalım biraz da?

Biz TTB olarak yıllarca tam gün yasasını savunduk. Ama bu yasaya karşı çıkmak durumunda kaldık. Adı yanıltıcı bir kere. Toplum sağlığı ve özlük hakları bakımından kabul edilemez. Eğitim ve araştırma yerine üniversite doktorlarından sadece hizmet bekleniyor. Üniversitelerdeki hekimler de artık para kazanmak istiyorlarsa “bir miktar” hizmet üretmek zorundalar. Yani hasta bakmak zorundalar, ameliyat yapmak zorundalar ve bu sistemin içinde eğitim yok. Eğitim hekimlere para kazandırmıyor. Üniversitelerden beklenen sadece hizmet vermesi. Halbuki üniversitelerin ve eğitim hastanelerinin üç belli görevi vardır: birinci sırda eğitim, ikincisi araştırma, hizmet üçüncü sıradadır. Ve o hizmet de eğitim için verilen hizmet. Bu sistem bunu tam tersine çeviriyor. Sağlık Bakanlığı öyle bir bitirdi ki eğitim araştırma hastanelerini, bu hastanelerde başhekimler, mesai saatlerinde eğitim yapan doktorlara soruşturma açıyor. Eğitimi akşam 5’ten sonra ya da haftasonu yapın diyor. İşi eğitim olan kurumlar bu sisteme çevrildi. Ve en feci tarafı; sistem bu şekilde uygulanmaya başlanırsa biz üniversitede eğitimi tamamen unutalım. Bu sistem ekonomik olarak da “yürüyemez.” Zaten zar zor giden Sosyal Güvenlik Kurumu üniversitelerin de tüm mali kaynaklarını karşılayacak deniyor.


HEKİMİN ÜCRETİ EMEKLİLİĞİNE YANSIMIYOR

Hekimlerin özlük hakları bakımından değerlendirelim?

Diyelim bir uzman hekim bin 500 lira maaş alıyor. Buna karşılık 4 bin 500 lira performanstan kazanıyor. Özetle kazandığının yüzde 75’i emekliliğine yansımıyor. Sağlık Bakanlığı diyor ki; profesörler 17 bin liraya kadar para kazanacak. Mümkün değil. Ama kazandığını var sayalım: bir profesör maaşı 2 bin 500 lira, geri kalanı kayıtdışı oluyor. Yani, eğer koşabiliyorsanız bir miktar para kazanma şansınız var. Ama tözkezlersen, yorulursan, hasta olursan unut. Maalesef şu anda emekli doktorlar büyük zorluk içinde. Uzman hekim emekli olduğunda eline geçen para bin lira. Performans sistemi böyle. Bunun emekliye yansıyan hiçbir kısmı yok. Biz emekliliğe yansısın dedik, cevap da alamadık. Tamamen hizmete, hasta bakma ve ameliyat yapmaya yönelik bir tam gün yasası bu. Sistemin eğitim kurumlarımıza çok zarar vereceğini düşünüyoruz. Gereksiz ameliyat yapılması, hastalara daha fazla hasta bakmak adına daha az zaman ayrılması. Bu yasaya işte bunlar yüzden tümüyle karşıyız.


Diğer partilerle, mesela muhalefet partileriyle aranız nasıl?

Güzel soru. Çünkü şikayetçi olduğumuz bir konuya parmak basıyor. Şimdi mecliste iki parti daha var ve sık sık görüşüyoruz bunlarla. CHP mesela tam gün hakkında, sağlıkta dönüşüm hakkında ne düşünüyor? Hiç ses çıkarmıyorlar. Birebir konuşmalarda bizi destekliyorlar. Ama net olarak demiyorlar. Çünkü hasbelkader birgün iktidar ya da iktidar ortağı olursak bunları dinlemek zorunda kalacağız diye düşünüyorlar. Yani sadece AKP ile karşı karşıya kaldığımız doğru değil. AKP sadece her şeyi gözü kapalı uyguluyor, farkı o. Belki diğer partiler bu kadar gözü kara olamazdı. Biz diğer partilerden net görüşlerini açıklamalarını istiyoruz.

Doktorlar niçin sendikalı olmuyorlar?

Türkiye’de çalışan “tüm” işçilerin sadece yüzde 5’i sendikalı. Neo liberal politikların böyle bir yansıması var; örgütlenmenin önüne geçiyorlar. İşçiler tehdit ediliyor ve işten atılıyor. Bir de meslek sendikası kurmak Türkiye’de yasak. Ancak işkolu sendikası kurulabiliyor. Ama 12 Eylül’den sonra üyelik zorunlu olmamasına rağmen Türkiye genelindeki 105 bin hekimin 85 bini TTB üyesi.

Zorunlu hizmete neden karşısınız?

Zorunlu hizmet için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurduk. Bizim itirazımız Doğu’da çalışmamak değil. Ama hekimler Tıp Fakültesi’ni bitirince mecburi hizmet yapıyor, uzmanlık eğitimini bitirdiğinde bir daha yapıyor, yandal eğitim alırlarsa bir daha yapıyor. Mahkemeye gidiş nedenimiz; yapıyorsak bir kere yapalım diye. Danıştay bu talebi reddetti. Bu gerekçeyle AİHM’e başvurduk. Bir de özel üniversitelerde eğitim gören doktorlar da var. Devlet onlara eğitim yatırımı yapmamasına rağmen mecburi hizmet bekliyor. Böyle başka bir meslek kurumu yok. Polisler, mühendisler mesela biliyorlar ki belli bir süre hizmet yaptıktan sonra batıya bir yere tayin ediliyor. Hekimlerde böyle bir şey yok. Bir de hekim göndererek sağlık sistemi mi çözülür? Suyu akmayan, kanalizasyonu olmayan bir yere doktor gönder, oradaki sağlık sistemi çözülsün. Daha önce zaten bunun sorunu çözmediği görüldü.

 *Başak Günseverin yaptığı bu röportaj gercekgündem.com dan alınmıştır.


Bu HABERİ Paylaş!