25 Kasım 2015 Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü


  • Kasım 24, 2015
  • 1626

19 Kasım 2015’te, Samsun’da, Kadın Doğum Uzmanı Dr. Aynur Dağdemir, birlikte çalıştığı sekreterine yönelik “aile içi” şiddeti sessiz, uzaktan izlemediği, müdahil olduğu için kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Bu korkunç olaydan sonra biz kadın hekimler, söz söylemeye nereden başlayacağımızı bilemedik. Kadınların erkek şiddetine karşı direniş, dayanışma, hayatlarını savunma öykülerinin, biz kadın hekimleri de güçlendirdiğini biliyorduk. Ama bu kez olmadı…

Uluslararası kamuoyunda kadına yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali olarak ele alınmasının en önemli sonucu, bu konuda devletlerin sorumlu kılınmasıdır. Türkiye’nin CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeleri imzalaması kadına karşı şiddetle mücadelede önemli ve benimsenmiş, anlamlıymış gibi görünse de, aslında diğer politika ve uygulamalar bu düzenlemeleri yok etmektedir. Türkiye’de kadını değil, aileyi güçlendirmeyi esas alan düzenlemelerle kadınları aile içinde erkeğin denetiminde görmek isteyen muhafazakar politikaların etkisi giderek daha çok hissedilmektedir. Kadını aile sınırları içinde ve aile içi görevleriyle tanımlayan anlayış, kadının bir birey, hakları olan bir insan olduğu düşüncesini geri plana itmiştir. Ailenin görüşleri dışında davranmaya çalışan kadın cezalandırılmayı, şiddet görmeyi, hatta öldürülmeyi “hak etmiş!” olmaktadır. Birçok unsur birleşerek kadına yönelik şiddetin giderek çok hızlı ve büyük oranlarda artmasına neden olmuştur. Söylem düzeyinde yetkililer sürekli kadını aşağılayıcı ve hatta düşülen kötü durumu hak ettiği yönünde toplumsal algıya yön vermektedirler. Kurumlar düzeyinde de bu yöndeki anlayış rasyonel düşünüşün önüne geçmektedir. Mahkemelerin kadına yönelik şiddeti sıradanlaştırılmış şiddet olarak görmesi, tecavüzün kadınlardan kaynaklandığını düşünerek cezalarda “haksız tahrik” indirimi ya da cezasızlık uygulaması, bu tür davalarda kadın cinayetlerini adeta teşvik eder nitelikte skandal kararlara imza atılmasını getirmiştir. Bu kararlar devam ettikçe kadın cinayetlerini durdurmak hatta azaltmak mümkün olmayacaktır.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2014 yılı toplumsal cinsiyet eşitliği raporunda Türkiye 142 ülke arasındaki sıralamada 125. olmuştur. UNICEF’in 2014 verilerine göre, çocuk yaşta evlilik oranının yüzde 28 (Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yüzde 41) olması, sığınma evlerinin Avrupa Birliği standartlarına göre 3800 olması gerekirken 65 ile sınırlı kalması; öldürülen kadınların yüzde 46’sının eşleri tarafından öldürülmesi kadın düşmanı ve yetkinlikten yoksun politikaların sonucudur.

Kadın sağlığı alanında çalışan biz kadın hekimler, kadınların suskunluğuna, bazen beden diliyle konuşmalarına, bazen de yakınan ya da öç almak isteyen öfkeli diline tanık oluyoruz. Tanıklığın yatışmış, sakin dilini benimsemeye çalışıyoruz. Ancak, kadının statü ve rolünü belirli bir çerçevede çizen, kadını toplumda geri plana atan, üreme sağlığı haklarına saldıran, kadın cinayetlerini yüzde 1400 artırarak bir halk sağlığı sorunu boyutuna taşıyan politika ve söylemler yeni yaralar açmaktadır. Üreme ve cinsel sağlık hakları dahil, kadın haklarının sürekli ihlal edilmesi, kadın ruh sağlığını giderek bozarak işlevselliğinin azalmasına katkıda bulunmaktadır.

Kadına yönelik erkek şiddeti; kadını öldürmediğinde değersizleştirmekte ve sosyal statüsünü düşürmektedir. Düşük sosyal statü; kadın ruh sağlığı için büyük bir risk etkenidir, kadınları şiddete daha açık ve duyarlı hale getirmektedir. Böylelikle “şiddet döngüsü”, çapı ve kadın ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkisi artarak devam etmektedir.

Sonuç olarak, kadın sağlığı, kadının toplumdaki statüsüne sıkı sıkıya bağlıdır ve ayrımcılıkla kötüleşmekte, eşitlikten beslenmektedir. Toplumsal cinsiyete eşitlikçi ve farklılıkçı yaklaşımların, toplumda kadının statüsünün düşürülmesi değil, güçlendirilmesi yönünde, birbirini dışlamadan da uygulanabileceğine inanıyoruz.

Hepimiz Aynur Dağdemir’iz! Yaşasın kadın dayanışması!


İSTANBUL TABİP ODASI
KADIN KOMİSYONU



Bu HABERİ Paylaş!