İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu'ndan YÖK'ün 44. Kuruluş Yıldönümünde Yükseköğretimin Durumuna İlişkin Değerlendirme
- Kasım 03, 2025
 - 163
 

İstanbul Barosu, İstanbul Dişhekimleri Odası, İstanbul Eczacı Odası, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, İstanbul Tabip Odası ve İstanbul Veteriner Hekimler Odası’ndan oluşan İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu (İMOK) Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) kuruluşunun 44. yılında yükseköğretimin durumuna ilişkin basın toplantısı düzenledi.
3 Kasım 2025 tarihinde İstanbul Barosu’nda düzenlenen basın toplantısının açılış konuşmasını İstanbul Barosu Başkanı Av. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu yaptı. Basın toplantısına İstanbul Tabip Odası adına Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu katıldı. Dr. Osman Küçükosmanoğlu yaptığı konuşmada tıp fakültelerinin durumuna dikkat çekerek şu sözleri söyledi:
“Tıp fakültelerinin sayısı 120’yi aştı, her yıl yaklaşık 20 bin öğrenci alınıyor. Ayrıca yurt dışından kontrolsüz bir yatay geçiş, sınava girip girmediği belli olmayan, niteliği belli olmayan öğrenci girişi söz konusu. Tıp eğitiminin niteliksiz hale gelmesi ayrı bir sorun bunun yanında Sağlık Bilimleri Üniversitesi adı altında, tıpta uzmanlık eğitiminin büyük bir bölümünü, ucube bir üniversite, dünyada hiçbir örneği yok; Sağlık Bilimleri Üniversitesi gibi bir üniversite, bütün uzmanlık eğitiminin bağlı olduğu bir yapı oluşturuldu. Burada da niteliksiz bir uzmanlık eğitimi söz konusu. Vakıf üniversitelerinde kontrolsüz bir kontenjan artışı var.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk sıralarda yer alan vaatlerinden biri de YÖK’ü kaldırmaktı. 1987’de bazı değişiklikler yapılmasına rağmen YÖK üniversiteler üzerindeki tahakkümcü yapısını hep korudu. Büyük itibar kaybetmiş olan YÖK’ü kaldırma ana vaatlerden biriydi. İktidara geldiğinde bugün kaldıracağız yarın kaldıracağız diye oyaladı ancak güç eline geçince kendisi YÖK’ü araçsallaştırdı. YÖK Adalet ve Kalkınma Partisi’nin elinde bir sopa olarak kullanılıyor. Siyasi iktidarın bunda büyük sorumluluğu var. YÖK tabii ki kuruluşunda askeri cuntanın bir kuruluşu olarak, o günlerde yükselen işçi hareketini ve buna bağlı olarak devrimci gençlik hareketini bastırmak amacıyla kullanıldı ama günümüzde de siyasi iktidar bunu bir tahakküm aracı olarak devam ettiriyor.”
İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu’nun YÖK’ün kuruluşunun 44. yılında yükseköğretimin durumuna ilişkin yaptığı basın açıklamasıysa şöyle:
İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu olarak meslektaşlarımızı mezun eden üniversiteleri 44 yıldır şekillendirmiş olan YÖK’ün kuruluş yıl dönümüne dair açıklamamız;
Üniversiteler, 12 Eylül 1980 darbesi öncesi seçimle belirlenen dekan ve rektörleri ile demokratik yönetimler olarak bilimsel ve demokratik özerkliğe sahip kuruluşlardı. Ne var ki, 2547 sayılı yasa ile kurulan ve 1982 Anayasası ile anayasal düzlemde tanınan YÖK, hiyerarşik vesayet makamı olarak 44 yıldır varlığını sürdürmektedir. Askeri yönetim sırasında 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile üniversite öğretim üyelerinin kıyımına ortak olan veya seyirci kalan YÖK, 21 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL döneminde OHAL KHK’ler yoluyla üniversitelerden yaklaşık 5.500 öğretim üyesinin uzaklaştırılmasına aracı oldu.
Bu nedenle YÖK, kuruluşunun 44. Yılında da sorgulanmakta ve sorgulanmaya devam edilmelidir. Kuşkusuz YÖK artık, Hükümeti, siyasal sorumluluk ilkesini ve anayasal denge-denetim düzeneklerini tasfiye eden 2017 kurgusu bağlamında sorgulanmalıdır.
Demokratik herhangi bir ülkede eşi benzeri olmayan, liyakatsizliği ve nepotizmi sıradanlaştıran, akademik başarı yerine politik angajmanı esas alan, gerek kontenjan artışları ile gerekse de özel üniversiteler aracılığıyla akademiyi sermayenin ve piyasanın güdümüne sokan YÖK bizim için “YOK Hükmündedir!”
Kuruluşundan bugüne anti demokratik özünü yitirmeden ve ne özerk ne de demokratik bir üniversiteye dair en ufak bir umut vaat etmeden gelen Yükseköğretim Kurulu (YÖK), 6 Kasım 1981 yılında Türkiye’de üniversitelerin yönetimini, planlanmasını ve denetimini üstlenecek merkezi bir kurum olarak yapılandı. Kuruluşunda temel amaç yükseköğretimde eşgüdüm sağlamak ve kaliteyi güvence altına almak olarak açıklansa da YÖK, 12 Eylül darbesinin otoriter, baskıcı anlayışını yansıttı. Yıllar içinde mevzuat değişiklikleri olsa da kurum, üniversitelerin özerkliklerini sınırlayan, akademik özgürlükleri daraltan ve özellikle son dönemde siyasî iktidarlarla iç içe geçmiş yapı olarak varlığını 44 yıldır sürdürmektedir.
Kurum kurulduğu günden bu yana iktidarların yükseköğretim üzerindeki kontrol aracı olarak görüldü. Rektör atamalarında siyasî tercihlerin belirleyici olması bunun en önemli göstergesidir. 1992 yılında 2547 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde değişiklik yapılarak seçim usulü getirildi. Söz konusu değişiklikte, “Üniversitelerde rektörlük seçimi sonucu, en çok oyu alan altı aday Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) bildirilir. YÖK de altı aday arasından üç adayı cumhurbaşkanlığına sunar, cumhurbaşkanı da YÖK tarafından sunulan üç adaydan birini dört yıllığına rektör olarak atar” ifadesi yer aldı. Ancak rektör atamalarında öğretim üyelerinin tercihleri dikkate alınmadı. Üniversitelerde rektörlük seçimi sonucu, ilk altıya girebilmiş fakat çok az oy almış adaylardan biri de atanmak üzere YÖK tarafından Cumhurbaşkanlığına sunulan üç aday arasında gösterildi. 2018 yılından beri hem devlet hem de vakıf üniversitelerinin rektörleri Cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor ve atanıyor.
YÖK’ün siyasi otoriteye bağımlı, merkeziyetçi yapısı üniversitelerin kendi akademik ve idari kararlarını almasının önünde bir engel oldu. Rektör atamalarının yanı sıra öğretim üyesi kadro ilanları ve yeni programların açılması gibi üniversitenin özgün konuları YÖK onayına tabi kılındı.
Araştırma ve eğitme özgürlüğü, akademik değişim ve yayma özgürlüğü, üniversitelerin kurumsal özgürlüğü (yönetsel, akademik, mali), yerleşke, kampüs bağımsızlığı ve akademik ve kültürel ifade özgürlüğü başlıklarında 0 ile 1 arasında yapılan değerlendirmede 2024 yılında Türkiye’nin Akademik Özgürlük Endeksi puanı 0.09 olarak saptanmıştır. 179 ülke içinde Türkiye son %10’luk dilimde yer almaktadır. Avrupa Üniversiteler Birliği Organizasyonel Özerklik Sıralaması’nda ülke olarak 35. Sıradayız, yani en gerideyiz. Avrupa Üniversite Birliği Akademik Özerklik Sıralamasında ise 29’uncu sıradayız.
Bu sayılar şaşırtıcı değildir. YÖK tarihi, rotasyon adı altında sürgün, 1402 sayılı yasa ile uzaklaştırmalar, KHK’lar, Barış akademisyenlerinin akademiden uzaklaştırılması gibi öğretim elemanı kıyımları ile kararmıştır. Sonuçta suskun, bireyci, ülke gerçeklerine ve sorumluluklarına yabancılaşmış öğretim elemanlarından oluşan üniversiteler yaratılmıştır.
Neoliberal politikalar doğrultusunda üniversitenin piyasaların ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürülmesine yine YÖK aracı olmuştur. YÖK bu süreçte üniversitelerde piyasa odaklı dönüşümün yukarıdan müdahaleler ile hızlandırılmasında önemli rol oynadı. Rekabet kavramı etrafında akademik ölçütlerin yerine ekonomik ölçütler ikame edildi. 2006 YÖK Strateji Raporu’nda üniversiteleşme oranının düşük olduğu ortaya kondu. Bu, iktidarın siyasi ihtiyaçlarıyla örtüşmekteydi. “Her şehre bir üniversite” mantığıyla üniversitelerin sayısı artarken ortaya çıkan nitelik göz ardı edildi. YÖK 2024 raporu gelinen noktayı ortaya koymaktadır. İki yüzü aşkın yüksek öğretim kurumu, iki yüz bine yakın bir öğretim elemanı sayısı var ve dört milyona yakın öğrenci var. Bu demektir ki 21 öğrenciye 1 öğretim elemanı düşüyor Türkiye’de. 40 öğrenciye 1 öğretim elemanı düşen üniversite var. Bu öğretim elemanlarının yaklaşık yarısı araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi. Bu rakamlarla OECD ülkeleri arasında sonuncu olmamız şaşırtıcı değil.
Yine YÖK raporunda verilen rakamlara göre öğrenci başına düşen basılı kitap sayısı düşük, yüksek öğrenim kurumlarının fiziksel alt yapısı yetersiz. Öğrencilerin barınma ve sosyal gereksinimlerinin zaten hiç düşünülmediğini biliyoruz. Tüm bunların sonucu akredite program sayımızın azlığı olarak ortaya çıkıyor. Çok az kurum akreditasyon kuruluşlarının değerlendirmelerini karşılayabiliyor ve bunu sürdürebiliyor. Fakülteler YÖK’ün eğitim vermek üzere gerekli asgari koşullarını sağlamadan açılabiliyor. Köklü okullar kontenjan artışları ile eğitimin asgari koşullarını sağlayamaz hale geliyor.
Meslek örgütleri, sendikalar yıllardır ve ısrarla insan gücü planlaması yapılarak ve nitelikli eğitimi sürdürmenin koşulları sağlanarak öğrenci kontenjanlarının belirlenmesini talep ediyor. Yüksek öğrenim kurumlarının açılmasının, kontrolsüz öğrenci kontenjan artışlarının “Meslek gruplarında eğitimin kalitesinin artırılacağı ve uzmanlık eğitimindeki müfredatları bilişim altyapısıyla desteklenerek ülke genelinde standart sağlanacağı, sağlık alanında geleceğin ihtiyaç ve şartlarına uygun bir şekilde ve ülke ihtiyaçları göz önünde bulundurularak her alanda yeterli ve nitelikli işgücü oluşturulacağı ve Yükseköğretim kontenjanlarının üniversitelerin kapasiteleri ölçüsünde, sektörel işgücü arz ve talebinin mevcut durum ve öngörülerle uyumlu olarak ve bölgesel ihtiyaçların dikkate alınarak belirlenmesinin sağlanacağı” hedefinin yer verildiği 2024-2028 Kalkınma Planına da aykırı olduğu vurgulanmaktadır.
Artan hukuk fakültesi, öğrenci kontenjanları ve getirilen 100.000 lik baraj sınırı, altyapısı olmayan fakültelerde verilen eğitimin kalitesizliği nedeniyle yetersiz ve yetkin olmadan mezun olan avukat, hakim ve savcı sorununa dikkat çeken Barolar, Bakanlık, YÖK ve üniversiteler ortak proje yürütülerek yetersiz fakültelerin kapatılması ve seçme sınavı 100.000 barajının daha aşağı çekilmesi, öğrenci kontenjan sayılarının düşürülmesi ve belli nitelikler olmaksızın yeni fakülte açılmamasına yönelik çalışmalar yapılmasını önermektedir. Ayrıca, geçtiğimiz yıl uygulanmaya başlanan ‘Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı’ (HMGS) ise eğitim kalitesinin daha da düşmesine neden olmaktadır. Zira, ÖSYM tarafından hazırlanan HMGS soruları; ezbere dayalı, muhakeme gerektirmeyen tarzda ve çoktan seçmelidir. Bu durum, hukuk fakültesinde işlenen dersleri ve yapılan sınavları da aynı ölçüde olumsuz etkilemekte, muhakeme yetisini ve çoklu düşünme pratiğini ortadan kaldırmaktadır.
Sağlık Bakanlığının, Sağlıkta İnsan Kaynakları 2023 Vizyonu Raporuna göre olması gereken eczacı sayısından 20.000 fazla sayıda eczacı vardır. Türk Eczacıları Birliği kayıtlarına göre de Türkiye’de şu anda 11.000 eczacı işsizdir. 20 yıl önce 8 olan Eczacılık Fakültesi sayısı bugün 63’e ulaşmıştır. Ancak bu fakültelerin büyük çoğunluğundaki fiziksel ve akademik kadro yetersizliği gerçeği görmezden gelinmektedir. Bunun yanında başarı sıralaması aralığının genişliği eğitim eşitliği ve nitelik mezun yetiştirilmesine engeldir . Çığ gibi büyüyen istihdam sorunu mesleğin geleceğini tehdit etmektedir. İstanbul Eczacı odası YÖK’ten eczacılık fakültesi açılmasına son verilmesi, kontenjanların yüzde 50 oranında düşürülmesini, sıralama sınav barajını 60 bine çekilmesini talep etmektedir.
Benzer koşullar Diş hekimleri için de geçerlidir. Diş hekimliği Fakültelerine öğrenci alınmasının durdurulması ve mevcut öğrencilerin beş yıl içinde mezun olması durumunda bile beş yıl içinde yaklaşık 50.000 yeni diş hekimi mezun olacaktır. Toplam diş hekimi sayısı bu durumda yaklaşık 100.000 kişiye ulaşacak ve bir diş hekimine düşen nüfus AB ortalamasının da OECD ortalamasının da üzerinde olacaktır. Ayrıca bu kadar hızla artan öğrenciye nitelikli eğitim verecek öğretim üyesi kadrosunun yetiştirilmesi de mümkün bulunmamaktadır. Ayrıca fakülteler arasında eğitimin niteliği, eğitici insan gücü ve altyapı açısından da ciddi oranda eşitsizlikler de bulunmaktadır. Yükseköğretim alanında öğrenci başına düşen öğretim elemanı sayısı nitelik göz ardı edilse dahi yetersizdir.
İstanbul Tabip Odası’nın uzmanlık dernekleri ile gerçekleştirdiği üniversite sempozyumunda da vurgulandığı gibi Tıp fakülteleri istikrarlı bir biçimde artıyor. Türk Tabipleri Birliği’nin Ağustos 2023 verisine göre 664 bin kişiye bir tıp fakültesi düşüyor. Bu konuda dünyada birinciyiz. 119 tıp fakültesinde 146 program uygulanıyor. Bir fakültenin birden fazla program uygulamasının yanı sıra birden fazla tıp fakültesi olan üniversite bulunmaktadır. Tıp eğitiminde önemli yeri olan uygulamalı eğitimler, beceri eğitimleri, hasta başı eğitimlerinin niteliği öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı ile ilişkilidir. Günümüz Türkiye’sinde akademik kadro ihtiyacının belirlenmesinde, atanma ve yükseltme koşullarının tanımlanmasında, eğitici niteliklerinin değerlendirilmesinde önemli sorunlar vardır. Akademisyen sayısı yetersizdir ayrıca Akademisyenlerin iş ve ücret tanımlarının parçalı ve karmaşık hali eğitime verilen önemi ve ayrılan süreyi azaltmaktadır.
Benzer sorunlar veteriner hekimlik alanında da yaşanmaktadır. Yeterli akademik kadro ve altyapısı olmadan açılan 32 fakülte nedeniyle eğitimden başlayan bir kan kaybı yaşanmaktadır. Hayvan sağlığı ile halk sağlığı alanında etkili olan bir mesleği seçen öğrencilerin üniversite giriş başarı sırası önemli olmasına rağmen, kontenjan artışına bağlı olarak yüzdelik dilimi hızla gerilemektedir. Veteriner Fakültelerinde eğitime başlanması ve sürdürülmesi için YÖK tarafından asgari koşullar kabul edilmesine ve Veteriner Fakültelerine “fiziki ve teknik altyapı” zorunluluğu getirilmesine rağmen yine YÖK tarafından uygulama henüz yapılmamaktadır. Çeşitli ön lisans programlarından lisans tamamlama adı altında Veteriner Fakültelerine yatay geçiş hakkı verilerek eğitimin niteliksizleştirilmesinin önü açılmıştır. Veteriner hekimlik eğitimi lisansüstü düzeyde olduğu halde personel bilgi sisteminde yer almamaktadır. İptal edilen uzmanlık eğitimi mevzuatı çıkarılmasına rağmen başlatılmamaktadır. Meslek örgütü tarafından YÖK ile yapılan görüşmelerde sorunlara ilişkin raporlar verilmesine rağmen herhangi bir ilerleme sağlanamamıştır.
Mühendislik alanındaki eğitimde, gerek açılan okullar gerek arttırılan kontenjanlar açısından planlama anlayışının olmamasının, özellikle belirli bölümlerden mezun mühendislerin istihdam sorununu arttırdığı gibi, bu kitlenin mesleki kimliklerinde erozyon yarattığı bilinmektedir. Türkiye‘deki eğitim ve mühendislik eğitiminin toplumun çıkarlarına göre değil, uluslararası iş bölümünün bir sonucu olarak şekillenmektedir. Eğitim alanından başlayıp istihdam aşamasına kadar yaşanan sorunlar yeni mezunları İşsizlik, esnek çalışma, güvencesizlik, sağlıksız çalışma koşulları ve reel ücret kaybına mahkum etmektedir.
İki yılda bir düzenlenen Mimarlık ve Eğitim Kurultaylarında artan kontenjanların yanı sıra boş kalan kontenjanlara da dikkat çekilmektedir Kontenjanların boş kalmasını barajı düşürerek aşmanın nitelik bakımından sorunlu olduğu ortadadır. Oysa kontenjan açığı altyapı yetersizliği belirgin olan vakıf üniversitelerindedir. Mimarlık alanında eğitimde yetersizlik, bölgesel dengesizlik, işsizlik, piyasa koşullarının ağırlığı gibi nedenlerin yanı sıra mevcut tablonun öncelikle eğitimde nicelik takıntısının sonucu olduğu açıktır.
Mali Müşavirlik ise en geniş lisans portföyüne sahip meslek olarak; “Hukuk, iktisat, maliye, işletme, muhasebe, bankacılık, kamu yönetimi ve siyasal bilimler dallarında eğitim veren fakülte ve yüksekokullardan veya denkliği Yükseköğretim Kurumunca tasdik edilmiş yabancı yükseköğretim kurumlarından en az lisans seviyesinde mezun olmak veya diğer öğretim kurumlarından lisans seviyesinde mezun olmakla beraber bu fıkrada belirtilen bilim dallarından lisansüstü seviyesinde diploma almış olmak” koşuluna uyan ve yıllık yüzbinlerce mezunun gerekli koşulları tamamladığında yapabileceği bir meslek grubudur. Oysa, Lisans düzeyinde alınan eğitimlerde “Mali Müşavirlik” disiplinin asgari yeterliliğini sağlayacak bir müfredatın varlığından söz edilemez. Bir an önce “Mali Müşavirliğin” spesifik bir meslek olarak yaşama geçirecek, bu mesleği özel olarak tercih edecek bir eğitim içeriği ile donanımı sağlanmış bir akademik disiplinin oluşması yönünde adımlar atılması gereklidir.
Üniversitenin bir önemli işlevi de bilimsel araştırmalardır. Gene YÖK raporuna göre 2023 yılında 10’dan fazla araştırıcı istihdam eden üniversite sayısı 3. Aynı raporda akademik etkinlik sıralamalarında ilk 1000 üniversite arasına giren kurum sayısı 11’dir. Uluslararası yayın, atıf, bilim, teşvik, sanat ödülü sayılarında gerideyiz.
Nitelik kaybı yalnız eğitimde değil, araştırmalar ve yayınlarda da görülmektedir. Akademik yükseltmelerde uzaktan ve ağırlıklı olarak yayın puanı hesabına dayanan değerlendirmeler üniversiteyi üniversite yapan değerlerin yozlaşmasına araştırma ve yayın etiğinde ihlallere yol açmıştır. Sahtecilik, aşırma, sahte belgeler ile dolu bir “akademik” ortam içindeyiz. Bilim üretme yarışını bilimsel etik kulvarının dışına taşınması sorumsuz YÖK sisteminin getirdiği yozlaşmanın en önemli sonucudur.
YÖK tarafından yayınlanan 2030 yol haritasında “Hızla gelişen teknoloji, iklim ve çevre sorunları, toplumsal ihtiyaçların değişimi ve ekonomik dönüşüm ile bunlara bağlı olarak yeni becerilere veya yetkinliklere yönelik beklentiler, bütün dünyada eğitim anlayışını yeniden şekillendirmektedir. Bu nedenle, yükseköğretimin sadece hali hazırdaki durumunu değil yakın gelecekte alabileceği şekilleri bugünden ele almak büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.” denmektedir. 44 yıldır varlık nedenini oluşturan bilimsel ve toplumsal değerlerin yok edilmesine göz yuman, akademik ve bilimsel değerlerinin katledilmesine izin veren YÖK ile bunun gerçekleşemeyeceği açıktır.
YÖK, bugüne kadar yarattığı bütün yıkıcı sonuçları ile birlikte kaldırılmalı, üniversiteleri piyasanın ve sermayenin tahakkümüne sokan, öğrencileri müşteri olarak kodlayan ve ülkenin aydınlanma geleneğine darbe vuran bu kurumun yerine, katılımcı, demokratik, piyasadan ve her türlü güç odağından bağımsız, bilimin ışığında, ülkenin kalkınması ve toplumun aydınlanmasında etkin olan bir üniversite ortamı yaratılmalıdır.
Bunun için sorgulama, Anayasal ve siyasal rejim/sistem bütününde ve bağlamında yürütülmeli; zira, Parti Başkanlığı yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme olarak adlandırılan 2017 kurgusu ürünü olan tek kişi yönetimi altında demokratik ve özerk bilimsel kuruluşları yaşatmak zor veya olanaksızdır.
İstanbul Meslek Odaları Koordinasyonu
İstanbul Barosu
İstanbul Dişhekimleri Odası
İstanbul Eczacı Odası
İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu
İstanbul Tabip Odası
İstanbul Veteriner Hekimler Odası




