“Kutsal Aile”nin feda ettikleri
- Hekim Sözü Temmuz-Eylül 2024
- 144
Lale Tırtıl / Dr., Adli Tıp Uzmanı
Ağustos ayında kaybolduktan haftalar sonra yaşamını yitirmiş olarak bulunan sekiz yaşındaki kız çocuğu Narin Güran ülke gündemini yeniden “sarstı”. Çocuklarımızın yaşadığı trajedilere sarsılmaktan öteye çözüm bulamadığımız zamandayız.
Narin hemen hepsi akraba olan küçük bir köyde yaşamış, orada kaybolmuştu. Birileri öldürmüş, birileri gizlemiş, birileri susmuştu. Çocukların en güvende olmaları gerektiğine inanılan “aile” bir kez daha hata vermişti. Eleştirebilenlerin ortak konusu “kutsal aile” oldu.
Aile ve devlet
Aile heteronormatif kavrayışla kadın, erkek ve çocukları içeren ve insanlık tarihi kadar eski olarak tanımlanan yapı. Platon kentlerin ne ailelerin toplamı ne de biyolojik olarak tanımlanmış iki alt sınıftan değil, bireylerden, yurttaşlardan oluştuğunu belirtse de klasik ana akım sosyologlar, tarihçiler (mainstream yerine malestream olarak okunabilir) için aile sosyal yapının ve gelişimin çekirdeği. Levi-Strauss farklı kültürel modelleri kapsayan perspektifle aileyi “hem maddi hem maddi olmayan mallardan oluşan mülklere sahip bir tüzel kişilik” olarak tanımlar. Aile evlilikle oluşan, cinsellik, üreme, ekonomik ilişkiler, annelik, babalık, toplumsal cinsiyet rolleri, farklı cins ve kuşaklar arasındaki iktidar ve güç ilişkileri, ortak yaşam, ekonomik ve kültürel yeniden üretimi içeren çok katmanlı bir yapı. Üstelik binyıllara varan bir tarihe dayanarak ataerkil iktidar alanı. Dinler, devletler, birbirinden farklı ideolojik yaklaşımlar aileyi “koruma” kavrayışına sahip.
Bugün içinde yaşadığımız toplumda da ailenin meselesi örf ve adetlerin korunması, saklanması, bozulmaması. Devletin aile yapısını programatik olarak ele alışı Aile Araştırmaları Kurumu kurulması, Aile Şûraları ile olur. 1990 yılında ilki gerçekleştirilen 1. Aile Şûrası’nın hedefi “milli bir aile politikası oluşturmaktır”. Toplumsal değişimler, kentleşmenin getirdiği yeni toplumsal gereklere ve yaşam tarzına uygun olanların korunması ve desteklenmesi, uygun olmayanların değiştirilmeye çalışılması önerilir. Sıkı aile bağları olumlu olarak değerlendirilirken cinsiyete dayalı hiyerarşik yapı eleştirilir. “Çünkü yeni aile düzeni eşitlikçi, sevgi ve saygıya dayanan paylaşımcı, demokratik hak ve görev dengesini kurabilmiş olan bir aile modeli” olmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekilir, “1985 yılında ilan edilen cinsiyete dayalı her türlü ayırımcılığın ortadan kaldırılması gerektiğine dair uluslararası sözleşmenin uygulanması, ayrıca 1990 Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde çocuk istismarının önlenmesinin benimsenmesi gerektiği” vurgulanır. İlk şûra kararlarında; doğum kontrol, çevre sağlığı ve ana-çocuk sağlığı hizmetleri ile çocuk ölümleri ve çok çocukluluk halinin azaltılması, kız çocukların zorunlu eğitiminin sağlanması; zorunlu eğitim sonrası okullaşmanın özendirilmesi, yetişkin eğitim hizmetleriyle kadınların okur yazarlık ve genel eğitim düzeylerinin yükseltilmesi, demokratik aile ilişkilerinin özendirilmesi önerilir. Eşitlikçi, katılımcı, demokratik aile yapısı model olarak tanımlanır. Sonraki 4-6 yıl aralıklarla yapılan şûralar, ailenin demokratik değerlerle yapılandırılmasına, yoksulluğa, aile destek hizmetleri ve sosyal hizmetlere vurgu yapar. 2019 yılına gelindiğinde açılış konuşmalarında eşitlikçi, demokratik modernist yaklaşım yerini güçlü aile, güçlü millet, pronatalist “üç çocuk” tavsiyelerine bırakırken 2023 yılındaki şûrada aile “mukaddes” olarak ele alınır.
Devlet bir yandan aile politikaları oluştururken aileyi ilgilendiren diğer alanlarda son yirmi yılda neler değişti?
2005 yılında Türk Ceza Kanunu değişmiş, kadın hareketinin örgütlü mücadelesiyle bireyin fiziksel ve cinsel dokunulmazlığı tanınmıştır. İlk revizyon birkaç ay içinde gelmiş, ergen çocukların kendilerinden yaşlı bireylerle olan cinsel temasını suç kapsamında ele alan madde iptal edilmiştir. 2011 yılında Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı feshedilmiş, yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. Kadın birey olarak değil, ancak aile içinde değerlendirilebilir. Sağlık Bakanlığı 2009 yılından itibaren pronatalist uygulamalara geçtiğini açıklamış, kürtaj ve cinayet kavramları birlikte konuşulur olmuştur. Özellikle 2012 yılından itibaren doğum kontrol hizmetleri erkek ve kadınlara kamusal olarak sunulmamaya başlanmıştır. 2014 yılında cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarla ilgili kanun maddelerinde değişiklik yapılmış; çocuk istismarı konusunda uluslararası sözleşmelerde kabul edilen tanımın aksine çocuklara yönelik taciz; şikayete bağlı hale gelmiş, eylemin sarkıntılık düzeyi yasaya eklenmiştir. Cinsel istismar yönünden çocukların korunma çeperi 15 yaşından 12 yaşına indirilmiştir. Cezalar ağırlaştırılırken suç istatistikleri azalma göstermemiştir. Yine Sağlık Bakanlığı 2008 yılında yayımladığı genelgede “18 yaş altında bütün gebeliklerin adli bildirimi”nin gerektiğini belirtirken bir yıl sonra bir başka genelge bildirim zorunluluğunu 15 yaşına indirmiştir. Adalet Bakanlığı 2016 yılında bir genelge yayınlayarak bu karışıklığa son vermiş, erken gebelik tanımı 18 yaş sınırını koruyabilmiştir.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “gebe çocuk ve çocuk anneleri” izleyen birimler oluşturmuş, bu birimler 2015 yılında kapatılmıştır.
Türk Ceza Kanunu (2005) 230. Maddenin 5 ve 6. Fıkraları sadece dini nikahla oluşturulan birliktelikleri, birden fazla evlilikleri suç kapsamında değerlendirirken Anayasa Mahkemesi 2015 yılında bu maddeleri iptal etmiştir. Toplumsal eleştiriler erken yaşta evlilikleri kabul edilemez, bilimsel veriler erken gebelikleri çocuklar için ölümcül riskli bulurken uygulamalar erken yaşta evlilikleri görmezden gelmiştir.
Eğitim modeli 2012 yılında değiştirilmiş, zorunlu ilk öğretim 8 yıldan 4 yıla indirilmiş, toplum eğitimin üç kademeli (4+4+4) olarak 12 yıla yükseltildiğine ikna edilmeye çalışılmıştır. Üstelik kız çocuklarının kent/kır, yoksul/varsıl ayrımı yapmadan örgün eğitimden uzaklaşacağı bilinmesine rağmen… Yine yoksulların çocukları, okulsuz köylerin çocukları, engelli çocukların öğrenime devam etmesini zorlayan yasal engel de ortadan kalkmıştır. Çocukların toplumsal gelişimi etkilenirken yükselen çocuk işçiliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayırımcılığı belki de “çocukluğun” sona ermesine neden olmuştur.
Evliliklerin boşanma ile sonuçlanma oranının yükselmesi 2016 yılında Meclise taşınmış, Boşanma Komisyonu kurularak aile danışmanlığı, arabuluculuk gibi önlemler önerilmiştir. Bir önlem olan; boşanmanın reddi davalarında üç yıl yeniden başvuru için zorunlu bekleme süresi ancak 2024 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilmiştir. Nafaka ise hep bir sorun olmaya devam ediyor.
Kadına yönelen ayrımcı şiddet konusunda devletlerin sorumluluk üstlenmesini sağlayan İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi 2011 yılında imzalanarak mevzuat değişikliklerine gidilmiş, 2021 yılında ise toplumsal ve ailevi değerler ile bağdaşmama gerekçesiyle sözleşme feshedilmiştir.
Bugün hâlâ kadına yönelen şiddet, çocuk istismarı yasal, sosyal, tıbbi olarak entegre biçimde ele alınamıyor. Cezalar yasa metninde yükselirken uygulamada iyi hal indirimleri, yetersiz adli süreçler cezasızlıkla sonuçlanıyor. Bu cezasızlık hali kadınları ve çocukları çaresiz bir kabullenişe zorluyor. Kadınların içine doğdukları ya da evlenerek kurdukları ailelerinde erkek tarafından maruz kaldıkları şiddet yargı süreçleri, “kadın cinayetleri” davalarındaki iyi hal indirimleri, yani cezasızlık sarmalı şiddeti adeta teşvik ediyor. Çocukların cinsel istismarı toplumu “sarsıyor” ama kısa zamanda unutuluyor. Kız çocukları sessizliğe gömülüyor.
Aileyi kutsallaştırmak
Türk Dil Kurumu’na göre kutsal; “güçlü bir dini saygı uyandıran veya uyandırması gereken; kutsi, mukaddes, mübarek, tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen, Tanrı’ya adanmış olan, tanrısal olan” anlamındadır.
Aileyi kutsal olarak tanımlamak verili olanı değişmez, sorgulanmaz, ilahi, dokunulmaz olarak kabul etmek olacaktır. Oysa son yirmi yılda evlilikten doğuma, çocukluktan kadınların yok sayılmasına varan değişimler gerçekleştirildiği açıktır. Öyle ise dokunulmayan nedir? Elbette ataerki. Ataerkil ailenin dokunulmaz, sorgulanamaz, ilahi kılınan erkek iktidarı.
Belli ki korunması gereken örf ve adetler ancak kadınların ve çocukların sessiz itaati ile sağlanacaktır. Kadınlar zorla da olsa her yaşta evlenecek, zorla da olsa doğuracak, zorla da olsa evliliği sürdürecek, onları bu zorbalıktan bir ölüm ayıracaktır. Devlet bütün kurumlarıyla bize bunu söylüyor olabilir mi?
Oysa sağlıklı bir birey, sağlıklı bir toplum, özgür, eşitlikçi, dayanışmacı, güven duygusuyla bağlı olacağı ilişkiler içinde serpilebilir, var olabilir. Adı aile olsun ya da olmasın. Ya da ölümcül aile modelleri hiç olmasın. Yaşam hakkından başka, kutsal olmasın.