Sağlıklı Seçim, Seçimlerde Sağlık


  • Mayıs 25, 2011
  • 2231

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, 12 Haziran 2011 genel seçimleri öncesinde, seçimlere ilişkin tutumunu açıklamak ve hazırlanan 4 ayrı belgeyi paylaşmak üzere bugün (24 Mayıs 2011 Salı) bir basın toplantısı düzenledi. TTB Merkez Konseyi binasında gerçekleştirilen basın toplantısına, TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, TTB Merkez Konseyi üyeleri Doç. Dr. Özlem Azap, Dr. Arzu Erbilici ile Ankara Tabip Odası Başkanı Dr. Bayazıt İlhan katıldılar.

Açıklamayı yapan TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu, ülke ve sağlık ortamının seçim öncesi atmosferini ve yaşananları değerlendirerek, bu koşullarda Türkiye'de sağlıklı bir seçimden bahsetmenin olanaksız olduğunu vurguladı. Bunun temel sorumlusunun da tartışmasız olarak Hükümet olduğunu belirten Bilaloğlu, seçimlerde oy kullanacak olanlara tüm bu koşulları dikkate almalarını önerdi.

 

 

24.05.2011

BASIN AÇIKLAMASI

Sağlıklı Seçim

Seçim neden yapılır? 

Genel seçimler, o ülkede yaşayanları tanımlanmış bir süre için mecliste temsil edecekleri belirlemek için yapılır.  

Meclis’in görevleri nelerdir?

Seçilerek gelenlerden oluşan meclisin temel görevleri kanun yapmak, hükümeti denetlemek ve devlet bütçesini kabul etmektir.

Mecliste herkesin temsil edilmesi şart mıdır?

- Oy verenlerin yani halkın seçimle kendisini temsil edeceklerin bulunduğu meclis arasında duygu ve düşünce ortaklığının sağlanmasını önemsiyorsanız, 

- Toplumun parlamenter sistemle sorunların çözülebileceği inancını/düşüncesini korumasını ve sorunlarına çözümün adresi olarak meclisi görmesini bekliyorsanız, 

- Herkesin düşüncelerini en iyi ifade edeceğini ve haklarını en iyi savunacağını kabul ettiği partilerin/kişilerin meclise girebilmesinin önünde engel olmamalıdır. Bu duygu, ortam, olanaklar ve koşullar sağlanamadığı takdirde halk çözümü mecliste aramaz. 

Kısacası sağlıklı seçim doğrudan seçim süreciyle, bu sürecin sağlıklı işlemesiyle ilişkilidir. 

Türkiye 12 Haziran 2011 genel seçim sürecinde –ne yazık ki- bu açıdan çok olumsuz bir noktadadır. 

Türkiye’de sağlıklı bir seçim olmasının önündeki temel engeller nelerdir?

- Siyasal partilerin parasal kaynakları bakımından eşitsizlik, bağımsız adayların adaylık süreçlerine yönelik zorlaştırıcı düzenlemeler, medyanın kullanımı ve kaynakların şeffaf olmaması önemli bir sorundur.

- Seçim sürecinde iktidar partisi dışındaki bütün odaklara yönelik her anlamda baskı uygulanmaktadır.

- “Kaset” siyaseti, genel kabulleri aşan kaba ve şiddet içeren dil, dini değerlerin kullanılması, aşağılayıcı-ötekileştirici, dışlayıcı bir uslup yerleşmiştir.

- %10 seçim barajı kabul edilemez bir uygulamadır. Oy vereceklerin kendilerini en iyi ifade edeceğini düşündükleri adaylarına oy vermelerini engelleyen bu barajın kaldırılmamış olması bütün seçim sürecini ve oluşacak meclisin temsil yetkisini baştan sakatlamaktadır. Düşünce, örgütlenme, basın özgürlüğü alanları ile siyasi partiler yasasının kimi hükümleri başta olmak üzere her türlü antidemokratik yasa ve uygulamanın sürüyor olması, seçilecek meclisin Türkiye’nin ihtiyacı olan barışın ve demokratikleşmenin tesisini sağlayacak bir Anayasa yapma beklentisini ise bütünüyle hayale dönüştürmektedir.

Yukarıdaki dört gerekçeyle ilişkili ve birlikte ancak hepsinden çok daha önemli olarak Türkiye’nin en hassas olduğu soruna dair sorumsuz yaklaşım ise seçim sürecinin sağlıksız seyrini tek başına belirlemektedir. İktidar partisinin üzerinde yıllardır “oynadığı” Kürt sorununu seçim ortamında artık “olmayan bir sorun” olarak tanımlayıp dağda-ovada operasyonlarla sürdürüp onca yaşanmışlığın üzerine 2011’de “bilinmeyen bir dil” olarak kayıtlara geçirtmesi seçimleri aşan bir yarın endişesi doğurmuştur.  

Seçimleri hem bölge hem de onun da ötesinde bütün Türkiye için güvensiz, anlamsız, sorun çözmeye değil daha da arttırmaya aday bir sürece dönüştürmüştür. Bir başka ifadeyle Türkiye’nin her zaman ve özel olarak da seçim sürecinde ihtiyacı olan çatışmasız, gerilimi azaltan, çatışmanın değil barışın dilinin egemen olduğu, sorunları tanımlayıp çözmek için çaba harcayan ortak akıl ve ruhun oluşacağı atmosferin tesis edilmesi bir yana sabote edilmektedir. Kısacası sağlıklı bir seçimin de ön koşulu olan barış seçimlere malzeme yapılmaktadır. 

Bu tablonun temel sorumlusu tartışmasız olarak Hükümet’tir.  

Bu ortamda sağlıklı bir seçimden bahsetmek neredeyse olanaksızdır. Hiç vakit geçirmeksizin Hükümet’in düzeltici, onarıcı adımlar atması –belki- bir ölçüde katkı sunabilir. 

TTB seçimlerde oy kullanacaklara hatırlatmakta ve önermektedir:  

Yukarıda özetlenen başlıklarda olumlu bir tutum alarak sağlıklı bir seçim ortamı sağlamak açısından bütün yetkiler elinde olmasına rağmen tutum almayan anlayışları oylarınızla mahkum edin;  

değerlendirmenizi yaparken demokratik, laik, barışçı, özgürlükçü, eşit, adil ve bağımsız bir Türkiye için çabalayan,  

çalışanların değerini bilen,  

hakları için mücadele edenleri, örgütlenmeyi destekleyen, önlerini açan ve  

mesleğimizi piyasaya düşmekten kurtarıp onurumuzla yapacağımız koşulları sağlayacak anlayışları gözetin.  

 

Seçimlerde Sağlık

TTB 12 Haziran 2011 seçimlerinde dört ayrı belgeyi kamuoyu ile paylaşmaktadır (ulaşmak için linklerin üzerine tıklayınız): 

  1. (1) Seçimlere giren siyasi partilerle emek-özgürlük-demokrasi bloğunun program/seçim bildirgelerinde sağlıkla ilgili olan görüşlerin derlendiği kitap, 
  2. (2) ‘2011 Türkiye’sinde sağlık’ kitabı, 
  3. (3) ‘Sağlıkta Hayaller/Yalanlar ve Gerçekler’ broşürü, 
  4. (4) ‘Nitelikli Sağlık Hizmeti Sunumu İçin Seçimlere Katılan Siyasi Partilerden ve Milletvekili Adaylarından Öncelikli Talepler’ metni  

Türkiye’nin sağlık alanındaki ihtiyaçlarını bilmek öncelikle mevcut durumu doğru değerlendirmekten ve sorun başlıklarını tanımlamaktan geçmektedir.

 

Finansmanda;

Toplam sağlık harcamalarının %90’dan fazlasının cari sağlık harcamalarının oluşturduğunu, bunun da %60’ının doğrudan cepten ödeme ve prim olmak üzere kişilerin kendisi tarafından karşılandığını,

Türkiye’de sağlığa yapılan harcamaların ana kaynağı kişilerden toplanan primler ve kişilerin doğrudan yaptıkları sağlık harcamaları olup sağlık harcamalarındaki artışın temel kaynağı da kişilerden toplanan ve kişilerin yapmak zorunda kaldıkları sağlık harcamalarıdır.

Yatırımda yön eğilim olarak özel sektöre kaymış olup 2007 yılında toplam yatırım harcamaları içerisinde özel sektörün payı %42’ye ulaşmıştır. Benzer biçimde SGK’nın tedavi hizmetleri satın almak için yaptığı toplam harcamalar içerisinde devlet ve üniversite hastanelerinde azalma, özelde ise artma gerçekleşmiştir.

2001-2009 yılları arasında faiz için ödenen para Sağlık Bakanlığı için ödenen paranın yaklaşık yedi katı olarak gerçekleşmiştir.

Örgütlenmede;

Birinci basamak –ne yazık ki- özelleştirildi, çalışanlar sözleşmeli statüye geçirildi.

İkinci basamak işletmeleştirildi.

Üçüncü basamak/eğitim kurumları da benzer sürece uğrayarak zaten yetersiz olduğunu düşündüğümüz eğitimin arka plana itildiği bir “dönüşüm” sürecine sokuldu. Deyim yerindeyse tıp fakülteleri “satış” sürecinde.

İşçi sağlığı hizmetleri düzeltilip geliştirileceğine piyasalaştırıldı, taşeronlaştırmaya yönelindi, iş cinayetlerini arttıran temel faktörlerden birinin taşeronlaştırma olduğu bilindiği halde!

 

Eğitimde;

Tıp fakültesi sayısı açısından -muayenehanelere standart koyan ama tıp fakültelerine koymayan bir anlayış ve uygulamayla- dünya rekoru sahibi olduğumuzu belirtmek yeterlidir. Buralarda yetişecek hekimlerin halk sağlığı açısından sakıncalarını ise dile getirmiyor, Başbakan’ın grev yapan hekimlere hatırlattığı “bedduaları”, fakülteleri açtırarak niteliksiz hekim yetiştirilmesine sebep olan Hükümet’e yöneltiyoruz.

 

 

 

Toplumsal sağlık düzeyinde;

Yıllar içerisinde azalan bebek ölüm hızına karşın bölgelerarası eşitsizliklerin varlığını koruduğu, hatta derinleştiği görülmektedir. 1978’de batıda 1 bebek ölümüne karşın 1.4 bebek ölürken 2008’de 2.7 bebek ölmüştür.

1993’te beş yaş altı her 4 çocuktan biri batıda yaşayanlarla aynı olanaklara sahip olsaydı yeterli bir büyüme gösterebilecekken, 2008’de bu oran iki çocuktan biri olacak şekilde artmıştır.

Bu tabloya anadilin etkisi de eklenmelidir. Bütün dünyada anadili ile sağlık hizmetinin sunulduğu dilin farklı olmasının olumsuzluklara yol açtığı bilinmektedir. Anadili Türkçe olan bir anneden doğan her düşük doğum ağırlıklı bebeğe karşılık anadili Kürtçe olan bir anneden doğan 2 bebeğimiz hayata düşük doğum ağırlıklı başlamak zorunda kalıyor.

İşçi sağlığı alanı iş kazaları ve meslek hastalıkları başlığında ülke olarak -niteliksiz tıp fakültesi açma rekorumuz gibi- utanılacak birinciliklerimiz arasındadır. Hükümet’in taşeronlaştırma uygulamaları ile bu yerimiz perçinlenmektedir.

Çok kısaca özetlediğimiz bu tabloya seçime girenlerin ne önerdiğini ise ayrı bir kitap olarak iletiyoruz.

Bunların hepsinin içerisinde kuşkusuz AKP’nin ki ayrı bir yer tutuyor. Özellikle de “tabip odalarının, diş hekimleri odalarının güçlendirileceği” programında yazan bir partinin icraatlarını -sadece bir başlangıç olarak ilk 50’sini- Hayaller/Yalanlar ve Gerçekler olarak topladık. Tabip odalarının güçlendirileceği ne kadar "hayaldi, gerçek oldu" ise icraatler de öyle!

İstediğimiz hastanede, ücretsiz, rehin kalmadan tedavi olmanın ne ile ikame edildiği biliniyor: hastaya hapis, hekime zimmet!

TTB olarak gerçekleri söylemek, açıklamakla beraber mücadele ettiğimiz öncelikli taleplerimizi de seçim ortamında hatırlatıyoruz.

Öncelikli taleplerimiz bir hekim hakkı ya da bir grup hekimin hakkı değildir. Kuşkusuz asistan hekimden muayenehane hekimine, mecburi hizmet yapan/yapacak meslektaşlarımızdan öğretim üyelerine, kurum hekimlerinden TSM ve aile hekimine.. hemen tamamını gözetmektedir. Ancak talepler sağlık hizmeti alanların nitelikli, ulaşılabilir bir hizmet görmeleri amacıyla sağlık hakkı temelinde toparlanmıştır.

Hekimler 2011 yılı boyunca, özel olarak 13 mart tarihinde yaptıkları miting ve takiben 19-20 Nisan’daki eylemleriyle, devam eden ve dün sonuçlanan Çukurova Tıp Fakültesi’ndeki grevle kendilerine, mesleklerine, geleceklerine, toplumun ve hastalarının sağlık hakkına sahip çıktıklarını ve çıkacaklarını göstermişlerdir.

Seçimlerde de bu anlayışla, emeği ve özel olarak da hekim emeğini değersizleştirenlere, benzer politika izleyeceklere oy vermeyecek, kendi gelecekleri için hekimler olarak, dünkü Çukurova Tıp Fakültesi grevinde olduğu gibi sağlık çalışanlarıyla bütünleşerek mücadele edeceklerdir.

TTB, seçilecek hekim milletvekillerine de bu mücadelenin vekili olmaları çağrısını bir kez daha yapmaktadır.

 TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ
2011secim_b    partiprg_2011_b   yalanlargercekler_b   talepler

Bu HABERİ Paylaş!