Kamu Hastane Birlikleri*


  • Ağustos 25, 2010
  • 2005

TBMM gündeminde olan, kamuoyunda "Tam Gün" ve "Kamu Hastane Birlikleri" olarak bilinen yasa tasarıları, ne halkımıza ne de hekimlere olumlu bir kazanım getirmektedir. Aksine, bu tasarıların yasalaşması durumunda, Bakanlığa bağlı Eğitim ve Araştırma Hastaneleri ile Tıp Fakülteleri Hastaneleri başta olmak üzere, sağlık ortamında telafisi mümkün olmayan sakıncalar doğacaktır” cümleleri ile başlayan metin Hekimler Uyarıyor başlığı ile 14 Ekim 2009 tarihinde Türkiye’de bulunan tüm Tabip Odaları ve Uzmanlık Derneklerinin imzası ile kamuoyuna açıklandı. Tüm hekimlerin hep birlikte karşı çıktıkları böylesine bir durum da daha önce yaşanmamıştı. Buna karşın Tam Gün olarak bilinen torba yasa TBMM den geçti. Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısı ise komisyon çalışmaları tamamlanmış olarak TBMM Genel Kurulunda görüşülmeyi beklemektedir.

Bu yasa sağlığın finansmanının düzenlendiği Genel Sağlık Sigortası (GSS), Aile Hekimliği ve Tan Gün yasalarından sonra sağlığın özelleştirildiği Sağlıkta Dönüşümün son aşaması olarak gözükmektedir. Bu yasa ile bir ilde bulunan kamu hastanelerinin birleştirilerek yedi kişiden oluşan bir kurul tarafından yönetilmesini öngörmektedir. Bu yedi kişinin ikisi Sağlık Bakanlığı, biri İl Sağlık Müdürlüğü, biri ilin valisi, ikisi il genel meclisi tarafından, biri ise Ticaret Odası tarafından atanmaktadır. Her ne kadar bu yasa özerkleşmeyi ve daha sonra özelleştirmeyi öngörse de siyasi iktidarın etkisi atamalarda ön planda olacaktır. Ticaret Odası temsilcisinin bulunması ve buna karşılık Tabip Odalarından bir temsilcinin bulunmaması ise hastanelerin bir işletme/ticarethane olarak görüldüğünü açıkça gözler önüne sermektedir. Bu yedi kişiden sadece birisinin tıp kökenli olması öngörülmektedir. Hastanelerin karlılıklarına göre 5 sınıfa ayrılması ve kar edemeyen hastanelerin kapatılması da yasada yer almaktadır.

Kamu hastane birliklerinde çalışan hekim ve tüm sağlık personelinin güvenceden uzak sözleşmeli statüde çalıştırılması da yasada öngörülmektedir. Aile hekimliğinde olduğu gibi hekimler devlet memuru olma niteliklerini kaybetmekte ve kazançlarını Sosyal Güvenlik Kurumundan elde ettikleri (SGK) gelirle elde etmeleri planlanmaktadır. Özetle devlet artık hekime ve tüm sağlık personeline para ödemeyeceğini ve sağlık sisteminin kendi yağı ile kavrulması gerektiğini beyan etmektedir. Çalışma Bakanının açıkladığı gibi SGK harcamalarının sadece %40 ını topladığı primlerle karşılamakta iken bu sistemin nasıl işleyeceği elbette anlaşılamamaktadır. Açık olan %60 ancak çalışanların ücretlerini azaltarak ve sağlık hizmetini alanların daha fazla katkı payı ödemeleri ile sağlanabilecektir. Sağlık çalışanlarını Tekel İşçileri gibi 4/c statüsünde görmek bu yasa ile mümkün olabilmektedir.

Tasarıda Birliğin her türlü araç, gereç, malzeme, taşınırları ile tapuda birlik adına kayıtlı taşınmazları kiralayabileceği, gerektiğinde satabileceği ve devir ve takas işlemleri yapılabileceği de yer almaktadır. Bu yasa kabul edildikten sonra kamu malı olan hastanelerimizin büyük hastane zincirlerinin elinde olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Yasa dışarıdan sağlık hizmeti alınmasının da önünü açtığından Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde ve tüm birliğe bağlı hastanelerde bazı bölümlerin veya tüm hastanenin ihale ile özel hastanelere devredilmesi mümkün olabilecektir. Sağlık hizmetlerinin bu şekilde taşeron sistemine dönmesi hiçbir şekilde toplum sağlığına yararlı olarak görülmemektedir. Güvencesiz, sosyal haklardan yoksun ve uzun süreler çalışmaya zorlanacak olan sağlık personelinden verim alınabilmesi zor görülmektedir.

Özetle, Kamu Hastane Birliği Yasası ile sağlığın özelleştirilmesinin tamamlanması planlanmakta ve devlet bütçesinden sağlık çalışanlarına ücret ödenmeyeceği ve sağlığa katkı sağlanmayacağı açıklanmaktadır. Bunun sonucunda sağlık çalışanları güvencesiz çalışmaya zorlanacak ancak esas sorun hastaneleri elinden alınmış olan hastalarda ortaya çıkacaktır. Sağlık hizmetine ulaşabilmek için herkesin daha fazla para ödemesi gerekecektir. Bu özelleştirmenin sakıncalarını gören ve geri dönmeye çalışan bir ABD örneği varken ve iki ülke arasında bu kadar geniş bir gelir farkı varken, Türkiye’nin bu yolda gözü kara bir şekilde ilerlemeye çalışması anlaşılır gibi değildir.


* 08.04.2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır


Bu HABERİ Paylaş!