Cumhurbaşkanı, 1219 Sayılı Kanunda Değişiklik Öngören Kanunu TBMM'ye İade Etti.


  • Ağustos 18, 2010
  • 3971

Cumhurbaşkanı Sezer, 1219 sayılı kanunda değişiklik öngören kanunu TBMM'ye iade etti.

     Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 5182 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'u bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye geri gönderdi.
     TBMM'de 2.6.2004 günü kabul edilen teklif ile, Yan Dal Asistanlık Sınav Yönetmeliğinin tekrar yürürlüğe girmesi öngörülüyordu. Tıpta Uzmanlık Tüzüğü'nün çeşitli maddeleri Danıştay tarafından iptal edildiği için yan dal uzmanlığı mevzuatı alanında hukuki boşluk bulunuyordu. Sağlık Bakanlığının, Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'a geçici bir madde ekleyerek Yan Dal Asistanlık Sınav Yönetmeliği'nin yürürlüğe konulabilmesi için yasal dayanak oluşturma çabası sonuçsuz kaldı.
     Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, yasa ile yürürlükten kalkmış bir yönetmeliğin yürürlüğe konulduğunu, bunun yürütme organına verilen yönetmelik çıkarma yetkisinin yasama organınca kullanılmasına neden olduğunu kaydetti. "Tüzük ve yönetmelik" yapma yetkisinin, yürütme organına verildiğini anımsatan Sezer, bunun Anayasa'nın "erkler" kavramına ters düştüğünü belirtti.
     Teklifin TBMM'deki görüşmelerinde CHP grubu adına söz alan Hüseyin Güler de düzenlemenin kanunla yapılmasının yanlış olduğuna dikkati çekmiş ve teklifin TTB'nin görüşleri alınmadan hazırlanmasının 'katılımcılık' ilkesine aykırı olduğunu belirtmişti.


TABABET VE ŞUABATI SANATLARININ TARZI İCRASINA DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ

     Kanun No: 5182
     MADDE 1. - 11.4.1928 Tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
     "GEÇİCİ MADDE 7. - Yan dal asistanlık sınavlarında, Sağlık Bakanlığınca yeni bir Tıpta Uzmanlık Tüzüğü ve bu Tüzüğe göre bir yönetmelik hazırlanıp yürürlüğe konuluncaya kadar, 10.7.2003 tarihli ve 4924 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi ile mülga 21.8.1981 tarihli ve 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun 6 ncı maddesine dayanılarak yürürlüğe konulan Yan Dal Asistanlık Sınav Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."

     MADDE 2.- Bu Kanun Yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
     MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

     KANUN TEKLİFİ HAKKINDA YAPILAN KONUŞMALAR:

     AK PARTİ GRUBU ADINA TURHAN ÇÖMEZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifiyle ilgili olarak Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
     Ülkemizde tıpta uzmanlık eğitimi 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 9 uncu maddesine dayanılarak Sağlık Bakanlığınca hazırlanan Tıpta Uzmanlık Tüzüğü hükümlerine göre yürütülmektedir. 21.8.1981 tarih ve 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun 6 ncı maddesine 15.6.1989 tarihli ve 3579 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle eklenen üçüncü fıkrada "Uzman tabipler, uzmanlık çalışmalarını bitirmelerini takiben açılacak sınavı kazandıkları takdirde, yan dal uzmanlık çalışmalarına derhal başlayabilirler" hükmüyle, yan dal uzmanlık çalışmasına sınavla başlama hükmü getirilmiştir. Böylece, yan dal uzmanlığı, Tababet Uzmanlık Tüzüğü dışında bir hükme bağlanmıştır.
     Üniversiteler, kendi mevzuatlarıyla yan dal asistanı alırken, Sağlık Bakanlığı da 2514 sayılı Kanunun 6 ncı maddesine istinaden Yan Dal Asistanlık Sınavı Yönetmeliği çıkararak, yan dal asistanı almışlardır.
     2514 sayılı Kanun, 10.7.2003 tarihinde 4924 sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 14 üncü maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, Yan Dal Asistanlık Sınavı Yönetmeliği hukukî dayanaktan yoksun kalmıştır. Bu nedenle, halen, Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim hastanelerine yan dal asistanı alınamamaktadır. Süresini dolduran asistanlar uzman olmakta, yeni asistanlar ise yetiştirilememektedir. Bu da, yan dallarda ciddî bir tıkanma meydana getirmiştir.
     Diğer yandan, Tıpta Uzmanlık Tüzüğünün 36 ncı maddesine göre, yeni bir yönetmelikle bu sınavın düzenlenmesi öngörülmüşse de, Danıştay Sekizinci Dairesi ve İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu, bu Tüzüğün çatısını oluşturan maddeleri iptal ettiğinden, buna göre de yeni bir yönetmelik oluşturulması mümkün değildir. Yeni tüzük oluşturuluncaya kadar, yan dal asistanlık sınavı için hukukî dayanak oluşturmanın tek yolu, Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanuna bir maddenin eklenmesidir. Bu nedenle, hazırlanmış bu kanun teklifinin, sistemdeki tıkanıklığa çözüm bulmak adına, uygulamaya geçmesi son derece önem arz etmektedir.
     Değerli milletvekilleri, 3 Kasımla birlikte devralınan sağlık sisteminde karşılaşılan manzara şuydu: Uzayıp giden çile dolu hastane kuyrukları, sağlık alanındaki hizmetlerde gittikçe derinleşen bir eşitsizlik yapısı; bir tarafta hekim açığı, diğer yanda iş arayan hekimler; bir tarafta hasta bekleyen boş hastane koridorları, diğer yanda ise aylarca yatak bekleyen hastalar. Siyasî rant beklentileriyle kurulmuş tıp fakülteleri ve plansızca yetiştirilmiş binlerce genç doktorun gelecek kaygısı. Hasta ile hekim arasındaki para trafiğinin çok olağan karşılandığı bir anlayış. Köşe başlarına plansızca kurulmuş özel hastanelerden medet uman bir sağlık sistemi ve Batı ülkelerinin tıbbî araç çöplüğü haline gelmiş, devasa; ama, fonksiyonel olmayan bir ekipman parkı. Paran kadar sağlık ve paran kadar hizmet anlayışının ötesine gidememiş, sosyalleşememiş, sağlığın bir fert için en temel hak olduğunun bile farkına varamamış bir anlayış. Hastası da, doktoru da, diğer sağlık çalışanları da mutsuz ve günübirlik politikalarıyla, personel ataması anlayışının ötesinde bir vizyonu olmayan yöneticilerin elinde oyuncak olmuş bir sağlık sistemi. Ama, artık, bu tablo, Sağlık Bakanlığımızın yaptığı çalışmalarla geride kalmış ve Türk sağlık sektörü yepyeni bir yapıya kavuşmaya başlamıştır.
     Değerli milletvekilleri, onbeş yıllık meslek hayatım boyunca, kişisel olarak, değişen iktidarlarla değişmeyecek, gelecek on yıllar hesaplanarak ortaya konulacak bir ulusal sağlık politikasını hep savunageldim; ama, sağlığa, politikanın hesapsızca ve plansızca müdahalesinden de hep rahatsız oldum. Bugün, bütün tarafların katkılarıyla oluşturulacak ve zamanla geliştirilecek ulusal bir sağlık politikasına şiddetle ihtiyacımız var. Böyle bir çalışmanın temelini ise, kuşkusuz eğitim oluşturmaktadır. Sağlık eğitimi, gelecek perspektiflerle, bölgesel ve sektörel çalışmalar yapılarak, modern bir anlayışla yeniden planlanmalıdır.
     Bugün, 72 000 civarında ebe, hemşire, sağlık memuru ve sağlık teknisyeni iş beklemektedir. Yine, halen, 33 000 öğrencimiz, sağlık meslek liselerinde eğitim görmektedir. Öte yandan, birçok sağlık evi ve sağlık ocağı, ebe ve hemşire açığı nedeniyle hizmet verememektedir.
     47 tane tıp fakültemiz var. Bana göre, bunların çoğu yeniden ele alınmalı, kapasite fazlası olanlar ya da yetersiz olanlar, gerekirse eğitim hastanesi gerekirse devlet hastanesi olarak değerlendirilmelidir. Mekân, donanım ve kadro olarak uygun ve yeterli olanlarsa, nicelik ve nitelik olarak nasıl daha iyi bir düzeye getirilebilir, bunun planları yapılmalıdır.
     2 600 000 diyabet hastası olan bir ülkede, sadece 265 diyabet hemşiresinin olması, plansızlık sonucu ortaya çıkmış önemli bir çelişkidir.
     Bilim adamlarının ve halk sağlığı uzmanlarının katkılarıyla Türkiye'nin bir sağlık haritası ortaya konulmalı, bölgesel ihtiyaçlar ve nüfus artışları da dikkate alınarak, eğitim ve ihtiyaç planlamaları yapılmalıdır. Bu konuda atılacak adımlar belki zor; ama, yarınlar için mutlaka gereklidir.
     Değerli milletvekilleri, koruyucu hekimlik ve birinci basamak sağlık hizmetleri, bana göre, sistemin, planlanması en kolay, ekonomik ve kazanımı en fazla olan parçasıdır. Koruyucu hekimlikle ilgili, belediyeler, sağlık grup başkanlıkları ve çevre il müdürlüklerinin yapacağı denetim ve çalışmalar, kuşkusuz çok önemlidir; ancak, asıl önemli olan, bilinçlenmiş bir toplumdur. Toplumun, sağlıklı ilgili bilinç düzeyinin artırılması için devlete önemli sorumluluklar düşmekle birlikte, asıl sorumluluk medya ve aydınlarımızdadır. Medyadan talebimiz, sağlıkla ilgili toplumu bilinçlendiren, aynı zamanda yön veren yayınlara ağırlık vermesidir. Halkın genel moral kondisyonunu ve psikolojisini bozan yayınlara, bilimsel denetim ve kısıtlamalar getirilmelidir. Aynı zamanda, halkın, sağlık konusundaki eğitim ve bilinçlenmesine katkı sağlayacak yayınlar, devlet tarafından teşvik edilmelidir.
     Bugün, Türkiye'de, 2 400 000 gizli şeker hastası var. Bilimsel çalışmalara göre, gizli şeker hastalarının eğitim almaları ve bilinçlenmeleri halinde, beş yıl içerisinde, sadece yüzde 10'u aşikâr şeker hastası oluyor; oysa, kontrolsüz, bilinçsiz ve eğitimsiz olanların, beş yıl içerisinde, yüzde 30'u aşikâr şeker hastası oluyor. Aşikâr bir şeker hastasının yıllık tedavi maliyetinin 1 100 dolar olduğu kabul edilirse, halk eğitiminin de ne kadar önemli olduğunu kolaylıkla fark ederiz. Bunun planlaması da, bir ulusal politika çerçevesinde, bilimsel ve devlet teşvikli olmalıdır.
     Değerli milletvekilleri, bugün, sistemde, en ucuz revize edilecek olan parça, birinci basamak sağlık hizmetleridir. Buradaki iyileşme ve modernizasyon, hem bu sahada hizmet veren arkadaşlarımızı sosyal olarak mutlu edip motive edecek hem de işi görülen ve birinci basamak sağlık hizmetlerine güvenen halka bu aşamada yeterli hizmet verilerek, hastanedeki yığılmaların önüne geçilecektir.
     Sağlık ocakları, halkımız tarafından, ne yazık ki, reçete yazan ve hasta sevk eden ofisler olarak algılanmaktadır. Oysa, sağlık ocaklarının ve pratisyen hekimlerimizin daha aktif ve daha verimli çalışması, ülke sağlığına çok önemli katkılar sağlayacaktır. Çevre sağlığı, ana-çocuk sağlığı ve koruyucu hekimlikle ilgili alınacak tüm tedbirlerin sistemde önemli rahatlamalar sağlayacağı da açıktır. Sağlık Bakanlığımızın, 3 Kasımdan bu yana 136 adet sağlık ocağını hizmete açması da birinci basamak sağlık hizmetlerine çok önemli katkılar sağlamıştır.
     Değerli arkadaşlarım, bugün, kamu vicdanında sorgulanan ve kimi zaman da haksız ithamlarla sonuçlanan önemli bir konu da, hekim ile hasta arasındaki para trafiğidir. Bunun önüne geçmek için Bakanlığımızın attığı adımlar son derece yararlı olmuştur. Performansa dayalı döner sermaye uygulaması, hekimlerimizi, hastanelerinde daha fazla çalışmaya ve daha fazla üretmeye sevk etmiştir; ancak, bu uygulamalarda zaman zaman, kişiye dayalı faktörler nedeniyle sorunlar ortaya çıktığı da bilinen bir gerçektir. Pratikte yaşanan sorunlara Bakanlığımızın zaman içerisinde çözüm üreteceğine kimsenin şüphesi olmasın; ama, burada açıkça ifade etmek istiyorum ki, hekim ve hasta arasındaki para trafiği ahlakî bir sorundur ve bu sorunu yaratan gerekçeleri ortadan kaldırmak da devletin görevidir. Performansa dayalı döner sermaye uygulamasının aksaklıkları tespit edilip, uygulamalarda revizyona gidilmelidir.
     Sosyal güvenlik kurumları tek çatı altında birleştirilmeli ve kademeli olarak da genel sağlık sigortasına geçilmelidir. Bu konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız, oldukça önemli mesafeler almıştır. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlettir ve her vatandaşın sağlığından Türkiye Cumhuriyeti Devleti sorumlu olmalıdır.
     Sosyal güvenlik sistemindeki reformu takiben, doktorların özlük haklarının iyileştirilmesiyle birlikte, artık, muayenehanecilik sistemine de yeni bir düzen getirilmelidir ve hekimler, hastane ya da muayenehane tercihlerinden birini yapmak zorunda olmalıdır. ikisinin birlikte olması, bana göre, sistem için çok önemli bir sorundur.
     Değerli arkadaşlarım, sağlık çalışanlarının özlük haklarının yetersiz olduğunu gayet iyi biliyorum. Özellikle çok zor bir eğitim sürecinden sonra meslek hayatına atılan ve insan yaşamı kurtarmak, insana sağlığını hediye etmek gibi kutsal bir görevi yerine getiren meslektaşlarımın sorunlarını çok iyi biliyorum. Hem sosyal hem de finansal olarak yetersiz koşullarda bu onurlu görevi yaptıklarını da yakinen biliyorum; ama, şunu söylemek istiyorum ki; hepimizin bu ülkeye borcu var. Çok zor şartlar altında kurulan ve bize emanet edilen bu kutsal vatana ve çilekeş Türk insanına hepimizin borcu var.
     Hekimler, bu ülkenin alın yazısında daima etkin ve belirleyici görevler üstlenmişlerdir ve inanıyorum ki bundan sonra da böyle olacaktır. 19 Mayıs 1919'da Gazi Mustafa Kemal ile birlikte cumhuriyetin temellerini atan bir avuç vatanseverin arasında Dr. Reşit, Dr. Adnan Adıvar ve Dr. Refik Saydam vardı. Yine, Mektebi Tıbbiyei Şahane'de öğrenim gören tıp talebelerinden bir sınıf -ki, bu, ülkemizin ilk tıp fakültesidir- gönüllü olarak Çanakkale'ye gitti ve 18 Mayıs 1915'te tamamı şehit oldu. 1921 yılında bu nedenle tıp fakültesinden mezun verilemedi; tıpkı, Balıkesir Lisesinde bir sınıfın şehit olması ve mezun verilememesi gibi. İşte, bu ülkenin temellerinde meslektaşlarımızın böyle mukaddes rolleri ve görevleri olmuştur. Bugün bu ruha samimî olarak ihtiyacımız var.
     Milletin kürsüsünden değerli meslektaşlarıma mesajım odur ki, koşulları ne kadar zor ve ağır olursa olsun, hiçbir mazeret, aziz Türk Milletine hizmet etme anlayışının önüne geçmemelidir. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine bu vatanın her karış toprağında hizmet etmek en kutsal görevimiz olmalıdır.
     Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığımızın hasta hakları konusunda yaptığı çalışmalar ve uygulamalar takdire şayandır. Hastanelerimizde hasta hakları birimi ve hasta hakları kurulları oluşturulmuştur; ancak, burada, Bakanlığımız hastaların hakkını teslim ederken, bu hakların bilinmesinin ve aranabilmesinin de son derece önemli olduğu unutulmamalıdır. Bu konuda ortaya konulacak yeni bir hasta hakları tüzüğü tüm iletişim yolları kullanılarak halkımıza anlatılmalıdır. Bu, daha demokratik ve daha aydın bir toplum için şarttır; ancak, bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için dünya standartlarında bir malpraktis yasasının çıkarılması ve beraberinde hekimlere meslekî sigorta sisteminin uygulamasının getirilmesi de şarttır. Ülkemizde, malpraktis, yani, hekim hatalarından dolayı mağdur olmuş hastaları sık sık gazetelerden okuyoruz. Bu durum, hekim sorumluluğundan olduğu kadar, hastaya bağlı komplikasyonlardan da olabilir. Gerekçe ne olursa olsun, mağduriyetin giderilmesi için tazminatların sigorta sisteminden alınması en kolay ve en doğru yoldur.
     Değerli milletvekilleri, bugün, özel sağlık sektörü, Türk sağlık sisteminin geçmiş zamanlardaki yetersizliğinden dolayı ortaya çıkmış ve sistemdeki yerini almıştır. Özel sektörün sistem içerisindeki hizmetlerinden yararlanmak gereği, görülen o ki, bundan sonra da Türkiye'nin gerçeği olacaktır; ancak, fiyat ve hizmet kalitesi konusunda devletin sıkı kontrol ve denetimi şarttır. Temel standartları yakalamış özel sektörden devletin hizmet satın almasında kuşkusuz bir sakınca olmaz. Nitekim, hükümetimizin bu konuda başlattığı çalışmalar oldukça iyi sonuçlar vermiştir. Ancak, geçmişte olduğu gibi bugün de hâlâ köşebaşlarında plansızca kurulmuş bazı özel hastanelerin fiyat rekabetleri uğruna dampingler yaptıkları, promosyonla ameliyat yaptıkları hepimizin malumudur. Bunun sonuçlarını tahmin etmek güç olmasa gerek. Artık, ülkemizdeki tüm hastanelerin hizmet kalitesinde ve bilimsel kriterlerde rekabet etmesinin şartları oluşturulmalıdır. Hem özel sektör hem de devlet hastanelerinin, gerek kalite gerekse fiyat konusunda standardize edilmesi şarttır. Sağlık hizmetlerinde rekabetin kuralları yeniden belirlenmeli, bununla ilgili yasal düzenlemeler mutlaka gündeme alınmalıdır. Böylece, rekabetin fiyatta değil, kalitede olması sağlanmalıdır.
     Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, ne yazık ki, bir ulusal ilaç politikası yoktur. Bugün, bu politikasızlığın bir sonucu olarak sistemin önemli bir parçasını oluşturan ilaç üreticileri de sorunlar yaşamaktadır. Oluşturulacak bir ulusal politikayla birlikte kurulacak olan ilaç, eczacılık ve tıbbî malzeme üst kuruluyla sektördeki önemli bir sorun da çözüme kavuşturulacaktır. Bu alanda, yılda dönen paranın 7 milyar dolar olduğu gözönüne alınırsa, üretilecek akıllı ve doğru politikalarla ciddî oranda tasarruf sağlanacak ve sağlıkta tasarruflu bir kalite anlayışı yakalanacaktır.
     Yerli ilaç sanayii, dünya devleriyle rekabet edebilecek düzeydedir ve ilaç sektörü, bugün, yüzde 50-55 kapasiteyle çalışmaktadır. Sektörün önünün açılması ve özellikle de ihracatın teşvik edilmesi şarttır. İlaçta KDV'nin yüzde 18'den 8'e çekilmesi ve yeni ilaç kararnamesiyle fiyatlarda ciddî indirimlere gidilmesi, halkımızı son derece memnun etmiştir. Aynı şekilde, özel sağlık sektöründe de KDV indirimi şarttır. Bu, sağlık hizmetlerinde ucuzlama getireceği gibi, aynı zamanda sistemdeki kayıtdışılığın da ortadan kalkmasına neden olacaktır.
     Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de tıp alanında kullanılan cihaz, ekipman ve sarf malzemelerine yılda harcanan paranın 2 milyar doları geçtiği tahmin edilmektedir. Pek çok malzemenin ülkemizde üretimi teknik olarak mümkün olduğu halde, dış piyasalarla rekabet zorluğu nedeniyle, firmalar, bu malzemelerin ithalini tercih etmektedirler. Böylesine stratejik bir konuda ulusal bağımsızlığın olması son derece önemlidir. Bugün, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Pakistan ve Çin'den tıbbî malzeme ithal etmekteyiz. Ülkemizde, 180 adet CE belgeli üretici firmaya karşılık, 10 000'den fazla ve genellikle ithal medikal malları satan firmanın varlığı son derece önemlidir. Medikal alanda üretim yapılacak olan firmalara özel teşviklerin getirilmesi şarttır. Buna paralel olarak da, üniversitelerimizden birinde tıp teknolojileri bölümünün açılması da, bu alanda, yarınlar için çok önemli bir adım olacaktır ve ucuz malzeme teminiyle birlikte, stratejik bir sahada yeni istihdam olanakları yaratılacaktır.
     Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de ilaç, tıbbî malzeme ve cihaz tanıtım ilkeleri profesyonellikten uzak ve maalesef, insan ilişkilerine dayalı bir düzen üzerine kurulmuştur. Ne yazık ki, bu anlayışın ürünü olarak, zaman zaman, hekimler, bilimsel kriterlerden çok, duygusal kriterlerle hareket etmektedirler. İlaç tanıtım ilkeleri ve promosyon ahlakı mutlaka bir yasal düzenlemeyle kontrol edilmeli ve düzene oturtulmalıdır.
     Değerli arkadaşlarım, sağlık hizmetlerinin tek elde, yani, Sağlık Bakanlığında toplanması süreciyle ilgili çalışmalar hızla devam etmektedir. Aynı anlayıştan hareketle, hastanelerin tamamının tek elde koordine edilmesi ve bütün milletin hizmetine tahsis edilmesi adına atılan bazı olumlu çalışmaları da takdirle takip ediyoruz; ancak, askerî hastanelerin atıl ve artık kapasitelerinin de sivillere açılması gereği ortaya çıkmıştır. Bunun için, GATA Kanununda değişiklik yapılması gerekmektedir. Bu, hem rantabiliteyi artıracak hem de sıkışan sağlık sektöründe rahatlık oluşturacak hem de askerî hastanelere yeni katmadeğerler sağlayacaktır.
     Değerli milletvekilleri, bizler vizyoner olmak zorundayız. Özellikle sağlık sektöründe çok uzun vadeli düşünmek ve ülke koşullarına uygun politikalar üretmek zorundayız. Bu politikaları oluştururken, kuşkusuz, sektörün tüm sosyal taraflarının görüş ve birikimlerinden de yararlanmalıyız.

     CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.
     Bu konu irdelendiği zaman üç tane çekincemiz var, bunun iyice irdelenerek değerlendirilmesi gerekmektedir; bunlardan bir tanesi, Sağlık Bakanlığının yan dal uzmanlık eğitimiyle ilgili kanunla verilen yetkinin, tüzükle düzenlenmesi gereken bir işin, geçici kanunla düzenlenmesine çalışılması kanun tekniğine aykırıdır diye düşünüyoruz. İkincisi, işin sosyal taraflarının, yani, bugünkü TTB uzmanlık derneğinin görüşlerinden yoksun bir şekilde bu kararların çıkarılmasının, katılımcılık anlayışı ve demokrasinin özüne aykırı olduğunu düşünüyoruz. Üçüncüsü ise, bugünkü bu gereksinme duyulan tüzüğün iptaliyle ilgili kanunu göz önüne aldığımızda Danıştay Genel Kurulunun Sekizinci Dairesinin almış olduğu kararların, bugünkü hukukî zeminden yoksun olduğu anlaşılmaktadır; bunun da çok iyi irdelenmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Buna ilaveten baktığımızda bir başka boyutu, tıpta uzmanlık kurulunun, eğitim kurullarını değerlendirme komisyonunun, uzmanlık dalları eğitim ve müfredat komisyonunun sürekli kurulları olduğundan dolayı yasal düzenleme gerektirmektedir; bunların da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
     Kanun değişikliği teklifinin, Türk Tabipler Birliği Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu tarafından da uygun bulunmadığı son zamanlarda anlaşılmaktadır. Yan dal uzmanlığı bir yükseköğretim gerektirip, Sağlık Bakanlığı kadar YÖK ve uzmanlık derneklerini de doğrudan ilgilendirmektedir.
     Öğrendiğimiz kadarıyla, 26.5.2004 tarihinde, Sağlık Bakanlığı tarafından, yeni bir tıpta uzmanlık tüzüğü taslağı hazırlanmış bulunmaktadır; yani, hemen hemen bir ay içerisinde bu tüzüğün gündeme alınması gerekmektedir diye düşünüyoruz; ama, buna karşın, bu kanun teklifinin gündeme alınmasında da bir çelişki doğacağı düşüncesindeyiz.
     Yine, Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan bir taslakta işin bilimsel boyutu da var. Günümüzde, yaklaşık 104 yan dal varken, bu taslakta, Sağlık Bakanlığının yapmış olduğu tüzük çalışmasında, bu aşırı yan dal uzmanlaşmasından vazgeçildiği görülmektedir. Böyle olunca, bu çelişkilerin çok iyi irdelenerek değerlendirilmesi gerekmektedir diye düşünüyoruz.
     Tabiî, işin yan dal uzmanı olunca, bir hekim olarak, bugünkü hekim çalışanlarımızın yaklaşık yüzde 70'inin pratisyen olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, pratisyen hekimlerimiz, büyük bir oranda mesleğinde yabancılaşmaya, arkasından da tamamıyla uzmanlığa doğru yönelmektedir. Bu süreci göz önünde bulundurduğumuzda, yarınlarımıza dönük olarak, gerek planlamanın gerek istihdam programının yoksun olduğu görülmektedir. Böyle olunca, bugün, uzman hekim arkadaşlarımızın, tayin konusunda hepimize başvurduklarını ve istihdam sorunlarının olduğunu çok iyi bilmekteyiz.
     Bunca özveriyle yetişen hekim camiamızın, başta özlük haklarını, çalışma koşullarını ve yarınlarında istihdam programlarını göz önünde bulundurduğumuzda, bunları çok iyi değerlendirerek, emeğimizin karşılığı olarak, yarınlarda bir iş imkânı yaratılması konusunda çok dikkat edilmesi gerekmektedir. Bakanlığımızın da bu konuda çalışması var mı; Sayın Bakanımızdan bizzat bunu duymak isteriz; çünkü, önümüzdeki bir yirmi yılın planlamasını göz önünde bulundurduğumuzda, evet, her üniversitede, 47 tıp fakültesinin -Karadeniz Teknik Üniversitesi de dahil olmak üzere- olduğu bir dönemde, yılda 5 000 hekimin mezuniyeti söz konusu olduğunda, sadece uzmanlık değil, aynı zamanda pratisyen hekimlerimizin de istihdamı düşünüldüğünde, korkunç bir emek ve beyin sarfiyatını düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum.
     Çalışma koşullarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Mesleğin kutsal olduğunda, her zaman, hepimiz hemfikiriz; ama, çalışanlarına bir o kadar değer verilmediğini görmekteyiz. Evet, Sağlık Bakanlığının, bu konuda çeşitli çalışmaları var. Bu konuda, en sonunda, aile hekimliği gibi, biraz da Dünya Bankası ve IMF'nin dayattığı anlayışın bir sonucu olarak, aslında bünyemize uygun olmayan, ama, 224 sayılı Sosyalleştirme Kanununun günümüze uyarlanacak şekilde hayata geçirilmesinin daha sağlıklı sonuçlar doğuracağına inancımız tamdır. Bu konuda, Sağlık Bakanlığından, bir an önce, günümüzün yasasının uygulanması yönünde talebimiz vardır, gereğini de yapması gerekmektedir; ama, buna karşın, gördüğümüz kadarıyla, ülkemizde tartışılan konu, işin sadece hastanecilik kısmı, yani üçüncü, dördüncü basamak tedavi kısmıdır. Daha çok, koruyucu hekimlik, nüfus planlaması ve çevre sağlığı açısından incelediğimizde, ülkemiz koşullarında, birinci basamak tedavinin daha kaliteli sunulması gerekmektedir. Kısaca, kamu sağlığının hem ulaşılabilir hem kaliteli hem de ucuz olması gerekmektedir; çünkü, ülkemizde, hepimiz, sağlıkta tasarruf olmayacağının bilincindeyiz; ama, buna karşın, en ucuz şekilde, kamu sağlığının kalitesini de yükseltmek zorundayız.
     Sağlık açısından konuşulacak çok konu var; ama, buna karşın, bu kanunla ilgili beklentilerimizde, sonuç olarak, ciddî tartışmaları ve genel bir uzlaşıyı gerektiren bu konudaki bir yasa değişikliğinin, var olan durumu daha karmaşık hale getireceğinden şüphemiz yoktur. Yan dal uzmanlığı, çok önemli bir konu olup, mutlaka, Tıpta Uzmanlık Tüzüğü çerçevesinde, tüm tarafların teknik ve bilimsel katkıları alındıktan sonra, karara bağlanmalıdır diye düşünüyoruz.
     Tüm bu nedenlerle, söz konusu yasa değişikliği önerisinin uygun olmadığını düşünüyoruz. Sözlerimi tamamlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.


Bu HABERİ Paylaş!